Maraş merkezli depremin üzerinden üç aya yakın bir zaman geçti fakat depremin izleri ilk günkü gibi taze ve canlı şekilde duruyor. Yardımların geç gelmesi ve devletin uzun saatler deprem bölgesine yetişememesi çokça tartışıldı. Aradan neredeyse üç ay geçti, devletin eksikliği halen görülüyor. Depremde en büyük yıkımların yaşandığı Hatay’da bayram boyunca deprem zedeleri dinledik hikayelerine şahitlik ettik.
Tarihin en acı bayramını yaşadıklarını anlatan Antakyalılar ‘tarihle birlikte geçmişimiz ve geleceğimiz yok oldu’ diyerek iki cümleyle yaşadıkları durumu özetlediler.
Antakya’nın sokaklarını önce gece sonra gündüz gezdik. İki zaman dilimi arasında büyük yıkımları görmek, iki ayrı ruh haline itti bizleri. Gece kent merkezine inerken sokakların karanlığı ve belli noktalarda polis, askerlerin beklemesi devletin varlığını gösteriyordu ama yıkılan binaların varlığı ise bir savaşı. Aynı sokakları bir de gündüz gözüyle gezince yıkımın ve hayalet şehrin varlığı yüzümüze vurdu. Bir depremzedenin, ‘Şehrin üzerine ölüm kokusu ve yalnızlık duygusu çöktü’ söylemi birçok şeyi özetliyor. Evet şehrin üzerine ölüm çökmüş, oğlu ve gelinini toprağa verdikten sonra bugüne kadar şehir merkezine inemediğini ve doğduğu sokaklara artık yabancı olduğunu söyledi bir ana…
“Şehirde kalmak için hep bir bahane bulduk”
“Yardımlar ilk anda gelseydi bu kadar ölüm olmayabilirdi” söylemindeki öfkeyi bugün Hatay’da insanların dillerinde olduğu gibi gözlerinde de görmek mümkün. Bu öfkeye rağmen şehirde kalmak için hep bir bahane bulduklarını, şehir yıkılsa da bir yere gitmeyeceğini söylüyor insanlar.
Şehrin birçok noktasında konteyner kentleri görmek mümkün ama şehrin yarısı başka illere gitmiş; eğer gitmemiş olsalardı bu kurulan kentlerin ihtiyaçları karşılayamayacağı açık. Enkazlar bir yandan kalkarken hemen yanı başında çadırlar içerisinde Hatay’ın o lezzetli mutfağını canlandırmak için çalışan insanlar var. Bir yandan da kaldırılan molozları tarım arazilerinin üzerine dökerek tarım arazilerini yok eden bir devlet. Bu duruma insanlar tepki gösterse de kentte OHAL var…
“Kendilerini bizlerin yerine koysunlar”
Yıkılan ve yıkılmayı bekleyen binalardan bugün bile insanlar eşyalarını çıkarmaya çalışıyor. İnsanlarla sohbet ederken canlarını yakan ‘Canınız kurtulmuş eşyaları bırakın’ sözlerine tepki göstererek şu açıklamayı yaptılar; ‘Bizim bir daha bu eşyalarımızı alacak gücümüz yok, bir birikimimiz yok.’ Kiminin yeni evini kurduğu eşyalar, kiminin halen borcunu ödediği çeyizleri. Canımızı kurtardıktan ve o büyük şok geçtikten sonra hayatta kalma mücadelemiz aklımıza geliyor. Ay sonunu zor getiren bu insanalar bu eşyaları tekrar alamaz, çünkü Hatay’da iş imkanı kalmadı. Kendilerini bizlerin yerine koysunlar’ sözleriyle neden insanların eşyaları aldığını açıklıyorlar.
‘Bizleri ve bu şehri böyle görmenizi istemezdik’
Bugün temiz suyun en büyük ihtiyaç olduğu Hatay’da belli bölgelerde düşük voltajda gelen elektrik yüzünden insanlar çamaşırlarını yıkayamıyor. Halen birçok sorunu çözemeyen devlet OHAL ile birlikte varlığını köşe başlarında nöbet tutan, devriye atan asker ve polisle kendini gösteriyor. Yıkıntılar arasında ayakta kalan ilan panolarında yaklaşan seçimlerin afişleriyle devleti yönetmek isteyen düzen partilerinin varlığını görmek mümkün bir de…
Yaşlıların ‘Bizleri ve bu şehri böyle görmenizi istemezdik, bütün dinlere ev sahipliği yapmış, camiyle kilisenin karşılıklı yer aldığı saygı kültürünün hakim olduğu bu şehri tekrar biz görür müyüz? Bilemiyoruz ama torunlarımız umarım görür’ umuduyla bizleri geldiğimiz şehre geri yolladılar. Belki de üç ayı özetleyecek söz ‘Ölüm kokusu sinmiş şehrimize yabancı kaldık’ olmalı.
Uğur Ökdemir
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Uğur Ökdemir
Ölüm kokusu sinmiş şehrimize yabancı kaldık
Maraş merkezli depremin üzerinden üç aya yakın bir zaman geçti fakat depremin izleri ilk günkü gibi taze ve canlı şekilde duruyor. Yardımların geç gelmesi ve devletin uzun saatler deprem bölgesine yetişememesi çokça tartışıldı. Aradan neredeyse üç ay geçti, devletin eksikliği halen görülüyor. Depremde en büyük yıkımların yaşandığı Hatay’da bayram boyunca deprem zedeleri dinledik hikayelerine şahitlik ettik.
Tarihin en acı bayramını yaşadıklarını anlatan Antakyalılar ‘tarihle birlikte geçmişimiz ve geleceğimiz yok oldu’ diyerek iki cümleyle yaşadıkları durumu özetlediler.
Antakya’nın sokaklarını önce gece sonra gündüz gezdik. İki zaman dilimi arasında büyük yıkımları görmek, iki ayrı ruh haline itti bizleri. Gece kent merkezine inerken sokakların karanlığı ve belli noktalarda polis, askerlerin beklemesi devletin varlığını gösteriyordu ama yıkılan binaların varlığı ise bir savaşı. Aynı sokakları bir de gündüz gözüyle gezince yıkımın ve hayalet şehrin varlığı yüzümüze vurdu. Bir depremzedenin, ‘Şehrin üzerine ölüm kokusu ve yalnızlık duygusu çöktü’ söylemi birçok şeyi özetliyor. Evet şehrin üzerine ölüm çökmüş, oğlu ve gelinini toprağa verdikten sonra bugüne kadar şehir merkezine inemediğini ve doğduğu sokaklara artık yabancı olduğunu söyledi bir ana…
“Şehirde kalmak için hep bir bahane bulduk”
“Yardımlar ilk anda gelseydi bu kadar ölüm olmayabilirdi” söylemindeki öfkeyi bugün Hatay’da insanların dillerinde olduğu gibi gözlerinde de görmek mümkün. Bu öfkeye rağmen şehirde kalmak için hep bir bahane bulduklarını, şehir yıkılsa da bir yere gitmeyeceğini söylüyor insanlar.
Şehrin birçok noktasında konteyner kentleri görmek mümkün ama şehrin yarısı başka illere gitmiş; eğer gitmemiş olsalardı bu kurulan kentlerin ihtiyaçları karşılayamayacağı açık. Enkazlar bir yandan kalkarken hemen yanı başında çadırlar içerisinde Hatay’ın o lezzetli mutfağını canlandırmak için çalışan insanlar var. Bir yandan da kaldırılan molozları tarım arazilerinin üzerine dökerek tarım arazilerini yok eden bir devlet. Bu duruma insanlar tepki gösterse de kentte OHAL var…
“Kendilerini bizlerin yerine koysunlar”
Yıkılan ve yıkılmayı bekleyen binalardan bugün bile insanlar eşyalarını çıkarmaya çalışıyor. İnsanlarla sohbet ederken canlarını yakan ‘Canınız kurtulmuş eşyaları bırakın’ sözlerine tepki göstererek şu açıklamayı yaptılar; ‘Bizim bir daha bu eşyalarımızı alacak gücümüz yok, bir birikimimiz yok.’ Kiminin yeni evini kurduğu eşyalar, kiminin halen borcunu ödediği çeyizleri. Canımızı kurtardıktan ve o büyük şok geçtikten sonra hayatta kalma mücadelemiz aklımıza geliyor. Ay sonunu zor getiren bu insanalar bu eşyaları tekrar alamaz, çünkü Hatay’da iş imkanı kalmadı. Kendilerini bizlerin yerine koysunlar’ sözleriyle neden insanların eşyaları aldığını açıklıyorlar.
‘Bizleri ve bu şehri böyle görmenizi istemezdik’
Bugün temiz suyun en büyük ihtiyaç olduğu Hatay’da belli bölgelerde düşük voltajda gelen elektrik yüzünden insanlar çamaşırlarını yıkayamıyor. Halen birçok sorunu çözemeyen devlet OHAL ile birlikte varlığını köşe başlarında nöbet tutan, devriye atan asker ve polisle kendini gösteriyor. Yıkıntılar arasında ayakta kalan ilan panolarında yaklaşan seçimlerin afişleriyle devleti yönetmek isteyen düzen partilerinin varlığını görmek mümkün bir de…
Yaşlıların ‘Bizleri ve bu şehri böyle görmenizi istemezdik, bütün dinlere ev sahipliği yapmış, camiyle kilisenin karşılıklı yer aldığı saygı kültürünün hakim olduğu bu şehri tekrar biz görür müyüz? Bilemiyoruz ama torunlarımız umarım görür’ umuduyla bizleri geldiğimiz şehre geri yolladılar. Belki de üç ayı özetleyecek söz ‘Ölüm kokusu sinmiş şehrimize yabancı kaldık’ olmalı.
Uğur Ökdemir