Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA

'Safsata'nın Felsefesi

Yazının Giriş Tarihi: 29.11.2022 10:14
Yazının Güncellenme Tarihi: 29.11.2022 10:14
'Safsata'nın Felsefesi

Safsata…

Bu sözcüğü çok sık duyuyorum. Biri bir şey söylüyor ve karşı taraftan “Safsata bu!” diye cevap geliyor. Ya da “Bu safsatalara ayıracak vaktim yok!” gibi cümleler…

Sanıyorum çoğu durumda safsatayı, saçmalık/saçma gibi bir anlamda kullanıyoruz. Saçma da bir safsata yöntemi (Bknz. Reductio ad Absurdum) ancak safsata düşündüğümüzden çok daha kapsamlı ve geniş bir kavram. Safsata, mantığın kurallarına uyarak yapılan hatalı çıkarımlardır. Ancak safsata kasıtlı değil tamamen kazara da yapılabilir. Hatta tamamen iyi niyetli bir şey söylerken ya da düşünürken de safsataya düşebiliriz.

Bir de safsatayla ilintili olarak mugalata kavramı var. Yanıltmaca anlamına geliyor; ancak mugalatada doğrudan doğruya hedefimiz yanlış bir çıkarımı (safsatayı) kabul ettirmek. Dolayısıyla safsata ile mugalata birebir aynı anlama gelir diyemeyiz. Çünkü mugalatada, net bir yanıltma kastı olmalıdır. Fakat mugalata yaparken kasıtlı olmak haricinde safsatanın tüm olanaklarından faydalanırız. Çünkü amacımız yalnızca haklı çıkmaktır.

Fikri tartışmaları sevenler bilirler ki tartışma kazanılmaz. Tartışmalarda herkesin bir argümanı vardır ve bu argümanlar savunulur. Kaliteli bir tartışmadaysanız, tartışma sona erdiğinde kendinize araştıracak yeni şeyler bulursunuz. Ancak bazı söz düellolarının kazananları ve kaybedenleri olur, işte o söz düellolarına tartışma değil didişim denir. Hülasa, didişim ile tartışma arasındaki fark, söz düellosunun amaç ya da araç olmasındadır.

Safsata ve mugalata da aslında dil ile mantık ilişkisinden yola çıkarak formülleştirilebilir. İfadenin biçimleri ve ifadenin olanakları konusuyla pek çok felsefe alt disiplini ilgilenmiş, filozoflar da bu konuda çalışmıştır. Ancak özellikle üzerinde durulması gereken üç önemli filozof vardır: Aristoteles, İbn Sina ve Arthur Schopenhauer. Her üç filozofun da doğrudan doğruya safsata ve mugalataya yönelik eserleri vardır.

Aristoteles’in önemi, mugalatayı ilk defa sistematik bir şekilde açıklamaya çalışmasıdır. Aristoteles; didişimin, hakikati aradığımız tartışmalardan farklı olduğunu ve hatta didişimin, hakikati bulmamıza yardımcı olacak bir düşünsel jimnastik olmadığını biliyordu. Ancak didişimi kazanmak için didişimde kullanılan yöntemleri bilmek gerekirdi. Ayrıca Aristoteles’in, -hocasının hocası- Sokrates’in yöntemini de bildiğini göz önünde bulundurursak; tartışmalara ve didişimlere neden bu denli ilgili olduğunu anlamak hiç de zor olmayacaktır. Öte yandan da retoriğin yöntemini de oluşturabilmek için mugalatayı iyi bilmek ve formülleştirmek gerekecektir.

İbn Sina ise düşünsel anlamda hocası kabul ettiği Aristoteles’ten etkilenmiş olacak ki; o da sofistlerin didişim yöntemleri üzerinde çalışmalar gerçekleştirmiştir. Ancak İbn Sina’nın önemi bu bağlamda çok daha kritiktir. Çünkü biz bugün Antik Yunan düşüncesini, Kindi, İbn Sina ve Farabi gibi “İslam Filozofları” sayesinde öğrenmiş bulunuyoruz. Ayrıca İbn Sina’nın çalışmaları; dil kaynaklı mugalataların, yalnızca Antik Yunancada değil aynı zamanda Farsçada da dolayısıyla da hemen her dilde farklı farklı (bazen de benzer) bir şekilde yapılabildiğini net bir biçimde göstermiştir. Eş anlamlılık çok önemli bir mugalata enstrümanıdır. Dolayısıyla hem evrensel ölçekte mugalata yöntemleri hem de her dilin aslında bir noktada kendine has mugalataları olabileceğini göstermektedir.

Schopenhauer ise “Eristik Diyalektik” adlı kitabıyla mugalata ve safsata kavramını 19. Yüzyıla başarılı bir biçimde taşımayı başarmıştır. Eristik Diyalektik de 19. Yüzyılın mekanik dünyası için önemli bir çalışmadır. Bilim ile bilim olmayanı ayırt edebilmek; icatların yağmur gibi yağdığı ve akabinde yağmaya devam edeceği bir dönemde son derece önemlidir. Bilimin 19. Yüzyılda, günümüzde olduğu kadar metodolojik olmadığını da göz önünde bulundurursak, eristik diyalektik yöntemleri bir noktada, olanaksızlıklardan kaynaklanan mantık temelli deneyleri; bilim ve bilim olmayan olarak ayırt edebilmemizde önemli bir rol oynamıştır. Bildiğiniz üzere 19. Ve 20. Yüzyıldaki pek çok bilimsel teorem matematik ve mantık marifetiyle öncesinde fiziksel deney yapılmadan öne sürülmüş ve ispatlanmıştı (Bugün modern bilimin kabul ettiği atom kavramı bile binlerce yıl öncesine dayanmaktadır; hatta 20. Yüzyılda Mantıksal Atomculuk adında bir yaklaşım geliştirilmiştir).

İşte Schopenhauer’ın Eristik Diyalektik kitabı ile safsataları formülleştirmesi, kendi dönemi için bu denli önemliydi. Böylelikle safsatalardan arınmış şekilde felsefe ve bilim yapmak olanaklı olacaktı. Ancak elbette ki bütün safsataları evrenselleştirebilmek ve formülleştirmek böyle kolay bir şey değildi. Yine de Schopenhauer’ın bu çalışması pek çok insana ilham olmayı başarmıştı. Schopenhauer da akademik bir lisanla, “Bakın ben haklıyım, Hegel de bir safsatacı!” demişti (Kitabı okursanız Hegel’e yapılan üstü kapalı göndermeleri de görebilirsiniz. Eğer Hegel’e açık göndermelerini merak ederseniz de “Seçkinlik ve Sıradanlık Üzerine” kitabını tavsiye ederim. Bu yazıyla ikinci kez değinsem de başka bir yazıda, çok daha detaylı bir şekilde Hegel Schopenhauer tartışmalarına yer vermeyi istiyorum). Her ne kadar Schopenhauer’ın bu çalışmada motivasyonu şahsi olsa da sonuçları evrensel olmuştu. 

Buraya kadar tartışma kazanmak ve retorik konusunda safsatanın önemini anladık. Hatta bilimle de bağladık. Peki sadece bu kadar mı? Elbette hayır. Safsataları iyi bilmek ve anlamak, toplumsal olaylara verdiğimiz tepkiden siyasi ideolojimize kadar bizi etkiler. Yani eğer biz bazı kalıp safsataları içselleştirmişsek, bu kalıpların sınırları içerisinde düşüneceğiz; dolayısıyla da bu kalıp kabullerimiz doğrultusunda hareket edeceğiz. Davranışlarımızın ne denli etkilendiğini basit bir safsata üzerinden açıklamaya çalışayım: Argumentum Ad Populum. Argumentum Ad Populum safsatası, hemen hepimizin başvurduğu bir safsatadır. Aşağı yukarı “Herkes yapıyordu ben de o yüzden yaptım.” anlamına gelmektedir. Örneklendirmek gerekirse, çimlere basmayınız yazısı olan bir yerden herkesin geçtiğini gördünüz ve etrafından dolanmak yerine siz de çimlere basarak geçmeyi tercih ettiniz. Sizi biri kınadığı zaman, kendinizi “Herkes yapıyordu, o yüzden ben de yaptım.” diyerek meşrulaştırmaya çalıştığınızda, tebrik ederim Argumentum Ad Populum safsatasını başarıyla gerçekleştirdiniz. Artık davranışınız her ne kadar kurala aykırı olsa da aldatmacalı bir biçimde kendiniz meşrulaştırdınız. Burada kullanılan mantık hilesi, herkesin bir davranışı gerçekleştiriyor olmasının, o davranışın yanlış yahut kurala aykırı olduğu gerçeğini değiştirmiyor olmasıdır. Ancak üstünkörü bir şekilde bakıldığında; herkesin yapıyor olduğu bir eylemi gerçekleştiriyor olmak, kimseye zarar vermez şeklinde düşünmemize yol açacaktır.

Bir diğer yaygın safsata ise Ad Hominem’dir. Bu da günlük hayatta sık sık görebileceğiniz türden bir safsatadır. Kasıtlı ya da kasıtsız kullanılabilmektedir. Ad Hominem safsatasında amaç konuyu doğrudan şahsileştirip karşı tarafı karalamaya çalışmaktır. Yani çimlere bastığınız için sizi kınayan kişiye dönüp: “Sen de daha önce çimlere basmıştın.” Ya da “Bunu daha önce çimlere basan bir kişi mi söylüyor?” şeklinde yanıt verdiğinizde bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde Ad Hominem yapmış olursunuz. Bunun pek çok farklı biçimi olsa da temel prensip, konuşmacıyı herhangi bir şekilde itibarsızlaştırma yoluyla yapılmasıdır. Burada kullanılan hilenin tekniği ise, konudan koparak konuşmacıya yönelmektir. Dolayısıyla Ad Hominem yapılmış olsa da öncelikli olarak bakmamız gereken, kimin söylediğinden bağımsız olacak şekilde; önermenin doğrudan doğruya kendisi olmalıdır.

Sayılan safsatalar haricinde; tribünlere oynamak, muhatabı öfkelendirmek, muhatabın önermelerini farklı yerlere götürmeye çalışarak söylemediği önermelerden zorlama sonuçlar çıkarmaya çalışmak gibi pek çok farklı teknik vardır. Ayrıca safsataların çoklu bir biçimde bir kombinasyon halinde kullanıldığı da görülmektedir. Çünkü hatırlayın, didişimin amacı tartışmayı kazanmaktı. Dolayısıyla eğer ki bir tartışmayı haklı olmanıza rağmen kazanamadıysanız, muhtemelen bir mugalata karşısında mağlup oldunuz demektir. Safsatalar ve tekniklerini bilmek ayrıca kendi düşüncelerinizi daha nesnel ve önyargılardan arınmış bir biçimde gerçekleştirebilmek adına son derece önemlidir. Dolayısıyla, kiminle, neyi, neden ve ne şekilde tartıştığınızı ve girdiğiniz tartışmanın amacının yeni bir fikir üretmek, bir şeyler öğrenmek mi yoksa kazanıp kaybetmek mi olduğunu bir an durup düşünün. Her şeyden önemlisi de mugalatayı öğrenin ve düşüncelerinizi kalıplaşmış mugalataların gölgesinde inşa etmeyin.

Onur Egemen

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)

John Locke ve Türkiye’de Anayasa Tartışmaları - 1

12.11.2022 10:56

Yazımızın başrolü John Locke… Bu ismi daha önce duyduysanız muhtemelen arkasından hemen aklınıza meşhur Tabula Rasa önermesi gelecektir. Genel olarak da lise ve üniversitede John Locke bilgi felsefesini ele alış biçimiyle tanıtılır. Locke’a göre insan zihni boş bir levhadır ve insanlar sonradan edi

Biri(leri) Bizi Gözetliyor

16.11.2022 11:02

1816 yılında Londra’nın Westminister bölgesinde Millbank adında bir cezaevi açıldı. Bu cezaevi aslında 1799 yılında ünlü düşünür Bentham’ın ortaya attığı ve adına Panoptikon dediği bir tasarımın hayata geçmiş haliydi. Genellikle Panoptikon tasarımı teorik bir cezaevi olarak bilinse de aslında 1816

Hegel gerçekten de ‘SALAK’ mı?

22.11.2022 11:43

Hegel’i duyduysanız “Diyalektik” kavramına da aşinasınızdır sanıyorum. Kabaca ve kısaca ifade etmek gerekirse Hegel, 'Bir tez ve onun antitezi yeni bir sentez oluşturur' der. Akabinde de Hegel’in bu diyalektik yaklaşımından etkilenen Sol Hegelciler ile tanışan Karl Marx da bu diyalektik üzerine çal

'Safsata'nın Felsefesi

29.11.2022 10:14

Safsata… Bu sözcüğü çok sık duyuyorum. Biri bir şey söylüyor ve karşı taraftan “Safsata bu!” diye cevap geliyor. Ya da “Bu safsatalara ayıracak vaktim yok!” gibi cümleler… Sanıyorum çoğu durumda safsatayı, saçmalık/saçma gibi bir anlamda kullanıyoruz. Saçma da bir safsata yöntemi (Bknz. Red

Deprem, sandık, demokrasi...

07.04.2023 13:51

6 Şubat 2023’te Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşadık. Merkez üssü Kahramanmaraş olan bu felaketin acısını hepimiz -inanıyorum ki- derinden hissettik. Akabinde gelişen süreçte pek çok tartışma ve skandal da patlak verdi. Hemen her deprem sonrası olduğu gibi yine jeol

Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
logo
BursaMuhalif.com En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.