Yazımızın başrolü John Locke… Bu ismi daha önce duyduysanız muhtemelen arkasından hemen aklınıza meşhur Tabula Rasa önermesi gelecektir. Genel olarak da lise ve üniversitede John Locke bilgi felsefesini ele alış biçimiyle tanıtılır. Locke’a göre insan zihni boş bir levhadır ve insanlar sonradan edindikleri deneyimler ile bu boş levhayı doldururlar. Yani bilgi doğuştan gelmez, sonradan öğrenilir.
Ancak Locke’un ülkemizde fazla ilgi görmemiş bir eseri vardır: Yönetim Üzerine İkinci İnceleme. Türkçede bu eseri farklı adlarla da görebilirsiniz: Yönetim Üzerine İki İnceleme, Yönetim Üzerine İnceleme ve Sivil Yönetim Üzerine İkinci İnceleme… vb. Bunun sebebi, eserin yani yönetim üzerine yaptığı ilk incelemenin Robert Filmer isimli bir siyaset teorisyenine yazdığı küçücük bir eleştiri olmasıdır. Robert Filmer, Patriarcha isimli eserinde kutsal yönetme hakkının doğrudan erkek monarka geldiğini savunmaktadır. Locke ise buna ilk incelemesi ile itiraz eder ve ikinci incelemesi ile ilk incelemedeki eleştirilerini genişletmekle beraber siyaset görüşünü de ortaya koyar.
Locke’a ve pek çok diğer sözleşmeciye göre iki temel yasa vardır: Doğa yasaları ve Beşeri yasalar. Tanrı yasaları ise yine Locke’a göre büyük doğa yasasıdır. Yöneten mutlaka ki meşru olmalıdır ancak kutsal bir kaynaktan gelen meşruiyet şüphesiz ki Locke’a göre olanaksızdır. Özetle şöyle açıklar: Adem’in doğal yönetici olduğuna dair bir kanıtımız yok ama diyelim ki öyle, bu yönetim hakkını herhangi bir varise bırakma hakkı olduğunu kabul etmemiz olanaksızdır. Hadi Adem bu yönetim hakkını bir varise devredebilmiş olsun, bu hakkın nasıl devredileceğine dair ilahi ya da doğal bir yasa olmadığı için kuralı belirlenmiş olamaz. Varsayalım ki bu öncül de gerçekleşti, nihayetinde Adem’in en eski sülalesine ilişkin bu bilgiler tamamen kaybolduğu için hiç kimse bu durumda bir ardıllık talep edemez. Dolayısıyla Locke’un bu önermelerinden hareketle, hiç kimse doğrudan doğruya Adem’den gelen ilahi bir yönetme yetkisine sahip olduğunu iddia edemez.
O halde, insan her istediğini, hiçbir şeye uymadan yapmakta özgürdür çünkü kimse bizi yönetemez öyle mi? Aslında cevap hayır. Bizim de ülkece epey zamandır sıkça gündemimize gelen anayasa kavramı da işte tam olarak burada devreye girer. Anayasa Locke’a göre bir sözleşmedir. İnsanlar bir arada yaşamak için asgari müştereklerde buluşmalı, kabul edemediklerine katlanmalı ve katlanamadıklarını kabul etmelidirler. Bunun da en iyi yolu bir sözleşmedir. Yani biz doğarken çeşitli haklara sahip olarak doğmalıyız, bu haklara kimse dokunamamalı ayrıca aynı şekilde biz de diğer insanlara ve devlete karşı sorumlu olmalıyız.
Ardıllık sorunun yanı sıra, akla dayalı bir kural, ilahi kaynaklı bir kurala nispetle daha nesneldir. Çünkü en nihayetinde bir şeyin ilahi açıdan doğru yahut yanlış olması, bireyin inancının ne olduğuna göre değişkenlik göstermektedir. Locke’a göre inançta değil asgari müşterekte buluşmayı temele aldığımız için de herkes; en temel hak olan yaşama hakkı, düşünce ve mülkiyet edinme hakkı gibi haklara saygı göstermek koşuluyla inanç konusunda tamamen özgür olacaktır. Dolayısıyla farklı inanç ve dünya görüşüne sahip insanlar özgürce yaşayabileceklerdir.
Bu konu Mustafa Kemal Atatürk’ün 1 Kasım 1937 yılında 5. Dönem 3. Yasama Yılı TBMM Açılış Konuşması'nda devlet yönetiminde temel aldıkları programdan bahsettiği son bölüm (ilgilenenler için https://www5.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d3yy.htm) ile birlikte düşünüldüğünde, sanıyorum ki inançları hedef almaktan ziyade, John Locke’un da ifade ettiği gibi, ilahi temelli bir yetki değil ancak herkesin inancında özgür olabileceği bir asgari müşterekten bahsetmiş olması çok daha olasıdır. Özellikle de sözleşmeci filozofları fikir babası kabul eden biri için, bu varsayım; dine karşı saldırganca bir ifadede bulunduğunu düşünmekten çok daha isabetli olacaktır.
(Devem edecek)
Onur Egemen
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
John Locke ve Türkiye’de Anayasa Tartışmaları - 1
12.11.2022 10:56
Yazımızın başrolü John Locke… Bu ismi daha önce duyduysanız muhtemelen arkasından hemen aklınıza meşhur Tabula Rasa önermesi gelecektir. Genel olarak da lise ve üniversitede John Locke bilgi felsefesini ele alış biçimiyle tanıtılır. Locke’a göre insan zihni boş bir levhadır ve insanlar sonradan edi
1816 yılında Londra’nın Westminister bölgesinde Millbank adında bir cezaevi açıldı. Bu cezaevi aslında 1799 yılında ünlü düşünür Bentham’ın ortaya attığı ve adına Panoptikon dediği bir tasarımın hayata geçmiş haliydi. Genellikle Panoptikon tasarımı teorik bir cezaevi olarak bilinse de aslında 1816
Hegel’i duyduysanız “Diyalektik” kavramına da aşinasınızdır sanıyorum. Kabaca ve kısaca ifade etmek gerekirse Hegel, 'Bir tez ve onun antitezi yeni bir sentez oluşturur' der. Akabinde de Hegel’in bu diyalektik yaklaşımından etkilenen Sol Hegelciler ile tanışan Karl Marx da bu diyalektik üzerine çal
Safsata…
Bu sözcüğü çok sık duyuyorum. Biri bir şey söylüyor ve karşı taraftan “Safsata bu!” diye cevap geliyor. Ya da “Bu safsatalara ayıracak vaktim yok!” gibi cümleler…
Sanıyorum çoğu durumda safsatayı, saçmalık/saçma gibi bir anlamda kullanıyoruz. Saçma da bir safsata yöntemi (Bknz. Red
6 Şubat 2023’te Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşadık. Merkez üssü Kahramanmaraş olan bu felaketin acısını hepimiz -inanıyorum ki- derinden hissettik. Akabinde gelişen süreçte pek çok tartışma ve skandal da patlak verdi. Hemen her deprem sonrası olduğu gibi yine jeol
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
BursaMuhalif.com
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Onur Egemen
John Locke ve Türkiye’de Anayasa Tartışmaları - 1
Yazımızın başrolü John Locke… Bu ismi daha önce duyduysanız muhtemelen arkasından hemen aklınıza meşhur Tabula Rasa önermesi gelecektir. Genel olarak da lise ve üniversitede John Locke bilgi felsefesini ele alış biçimiyle tanıtılır. Locke’a göre insan zihni boş bir levhadır ve insanlar sonradan edindikleri deneyimler ile bu boş levhayı doldururlar. Yani bilgi doğuştan gelmez, sonradan öğrenilir.
Ancak Locke’un ülkemizde fazla ilgi görmemiş bir eseri vardır: Yönetim Üzerine İkinci İnceleme. Türkçede bu eseri farklı adlarla da görebilirsiniz: Yönetim Üzerine İki İnceleme, Yönetim Üzerine İnceleme ve Sivil Yönetim Üzerine İkinci İnceleme… vb. Bunun sebebi, eserin yani yönetim üzerine yaptığı ilk incelemenin Robert Filmer isimli bir siyaset teorisyenine yazdığı küçücük bir eleştiri olmasıdır. Robert Filmer, Patriarcha isimli eserinde kutsal yönetme hakkının doğrudan erkek monarka geldiğini savunmaktadır. Locke ise buna ilk incelemesi ile itiraz eder ve ikinci incelemesi ile ilk incelemedeki eleştirilerini genişletmekle beraber siyaset görüşünü de ortaya koyar.
Locke’a ve pek çok diğer sözleşmeciye göre iki temel yasa vardır: Doğa yasaları ve Beşeri yasalar. Tanrı yasaları ise yine Locke’a göre büyük doğa yasasıdır. Yöneten mutlaka ki meşru olmalıdır ancak kutsal bir kaynaktan gelen meşruiyet şüphesiz ki Locke’a göre olanaksızdır. Özetle şöyle açıklar: Adem’in doğal yönetici olduğuna dair bir kanıtımız yok ama diyelim ki öyle, bu yönetim hakkını herhangi bir varise bırakma hakkı olduğunu kabul etmemiz olanaksızdır. Hadi Adem bu yönetim hakkını bir varise devredebilmiş olsun, bu hakkın nasıl devredileceğine dair ilahi ya da doğal bir yasa olmadığı için kuralı belirlenmiş olamaz. Varsayalım ki bu öncül de gerçekleşti, nihayetinde Adem’in en eski sülalesine ilişkin bu bilgiler tamamen kaybolduğu için hiç kimse bu durumda bir ardıllık talep edemez. Dolayısıyla Locke’un bu önermelerinden hareketle, hiç kimse doğrudan doğruya Adem’den gelen ilahi bir yönetme yetkisine sahip olduğunu iddia edemez.
O halde, insan her istediğini, hiçbir şeye uymadan yapmakta özgürdür çünkü kimse bizi yönetemez öyle mi? Aslında cevap hayır. Bizim de ülkece epey zamandır sıkça gündemimize gelen anayasa kavramı da işte tam olarak burada devreye girer. Anayasa Locke’a göre bir sözleşmedir. İnsanlar bir arada yaşamak için asgari müştereklerde buluşmalı, kabul edemediklerine katlanmalı ve katlanamadıklarını kabul etmelidirler. Bunun da en iyi yolu bir sözleşmedir. Yani biz doğarken çeşitli haklara sahip olarak doğmalıyız, bu haklara kimse dokunamamalı ayrıca aynı şekilde biz de diğer insanlara ve devlete karşı sorumlu olmalıyız.
Ardıllık sorunun yanı sıra, akla dayalı bir kural, ilahi kaynaklı bir kurala nispetle daha nesneldir. Çünkü en nihayetinde bir şeyin ilahi açıdan doğru yahut yanlış olması, bireyin inancının ne olduğuna göre değişkenlik göstermektedir. Locke’a göre inançta değil asgari müşterekte buluşmayı temele aldığımız için de herkes; en temel hak olan yaşama hakkı, düşünce ve mülkiyet edinme hakkı gibi haklara saygı göstermek koşuluyla inanç konusunda tamamen özgür olacaktır. Dolayısıyla farklı inanç ve dünya görüşüne sahip insanlar özgürce yaşayabileceklerdir.
Bu konu Mustafa Kemal Atatürk’ün 1 Kasım 1937 yılında 5. Dönem 3. Yasama Yılı TBMM Açılış Konuşması'nda devlet yönetiminde temel aldıkları programdan bahsettiği son bölüm (ilgilenenler için https://www5.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d3yy.htm) ile birlikte düşünüldüğünde, sanıyorum ki inançları hedef almaktan ziyade, John Locke’un da ifade ettiği gibi, ilahi temelli bir yetki değil ancak herkesin inancında özgür olabileceği bir asgari müşterekten bahsetmiş olması çok daha olasıdır. Özellikle de sözleşmeci filozofları fikir babası kabul eden biri için, bu varsayım; dine karşı saldırganca bir ifadede bulunduğunu düşünmekten çok daha isabetli olacaktır.
(Devem edecek)
Onur Egemen
John Locke ve Türkiye’de Anayasa Tartışmaları - 1
12.11.2022 10:56Yazımızın başrolü John Locke… Bu ismi daha önce duyduysanız muhtemelen arkasından hemen aklınıza meşhur Tabula Rasa önermesi gelecektir. Genel olarak da lise ve üniversitede John Locke bilgi felsefesini ele alış biçimiyle tanıtılır. Locke’a göre insan zihni boş bir levhadır ve insanlar sonradan edi
Biri(leri) Bizi Gözetliyor
16.11.2022 11:021816 yılında Londra’nın Westminister bölgesinde Millbank adında bir cezaevi açıldı. Bu cezaevi aslında 1799 yılında ünlü düşünür Bentham’ın ortaya attığı ve adına Panoptikon dediği bir tasarımın hayata geçmiş haliydi. Genellikle Panoptikon tasarımı teorik bir cezaevi olarak bilinse de aslında 1816
Hegel gerçekten de ‘SALAK’ mı?
22.11.2022 11:43Hegel’i duyduysanız “Diyalektik” kavramına da aşinasınızdır sanıyorum. Kabaca ve kısaca ifade etmek gerekirse Hegel, 'Bir tez ve onun antitezi yeni bir sentez oluşturur' der. Akabinde de Hegel’in bu diyalektik yaklaşımından etkilenen Sol Hegelciler ile tanışan Karl Marx da bu diyalektik üzerine çal
'Safsata'nın Felsefesi
29.11.2022 10:14Safsata… Bu sözcüğü çok sık duyuyorum. Biri bir şey söylüyor ve karşı taraftan “Safsata bu!” diye cevap geliyor. Ya da “Bu safsatalara ayıracak vaktim yok!” gibi cümleler… Sanıyorum çoğu durumda safsatayı, saçmalık/saçma gibi bir anlamda kullanıyoruz. Saçma da bir safsata yöntemi (Bknz. Red
Deprem, sandık, demokrasi...
07.04.2023 13:516 Şubat 2023’te Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşadık. Merkez üssü Kahramanmaraş olan bu felaketin acısını hepimiz -inanıyorum ki- derinden hissettik. Akabinde gelişen süreçte pek çok tartışma ve skandal da patlak verdi. Hemen her deprem sonrası olduğu gibi yine jeol