“Sabah vakti geride kalırken umudum yavaş yavaş tükeniyor. Öğlen olduğunda ölüyorum. Akşama doğru diriliyorum. O zaman geleceğine yeniden inanıyor ve masaya onun için bir tabak koyuyorum, ama o yeniden ölüyor ve gece olduğunda umudum tamamen tükenmiş olarak uyuyakalıyorum. Uyanıyor ve hayatta olduğunu hissediyorum…”
Eduardo Galeona, 1977, Buenos Aires
Plaza de Mayo… Türkçe karşılığı Mayıs Meydanı. Arjantin’in özgürlük meydanı ya da 1976 askeri cuntasının meydanı olarak da bilebilirsiniz ama ben daha çok onu, adlarını kayıplarını kazıdıkları beyaz başörtülerinde kaybedenlerin meydanı olarak bilmek istiyorum.
Cuntanın ‘birlik ve beraberlik’ diye haykırmaya başladığı günleri dağıtan 14 kadının sessiz mücadelesi, 30 Nisan 1977’de Plaza de Mayo’dan yükselir. Bir cumartesi günü geldikleri meydanda bu 14 kadın, yıllarca sürecek bir arayışı başlatır. Gözaltına alındıktan sonra akıbetlerini bilemedikleri çocukları için hazırladıkları mektupları Başkan Videla’ya vermek isteyen kadınları, o gün polis saldırıyla dağıtır. Dağıtır dağıtmasına ama 1977’nin sonlarına doğru 14 kadın, yanlarındaki 300 kadınla birlikte aynı meydanda, her perşembe kayıplarının peşindedir.
Plaza de Mayo Anneleri… Gözaltına alınan, kaçırılan, alıkonulan çocuklarına dair devletten “Ne oldu çocuklarımıza?” sorusuna cevap bekleyen anneler… Doğarken annelerinden koparılmış, cuntacıların elinde büyütülmüş torunlarını arayan büyükanneler…
30 bin kayıp! İşkencehane olarak kullanılan askeri okullarda, ‘ölüm uçuşları’ denilen uçaklardan okyanusa atılarak katledilen, yok edilen, 30 bin insan! Hamileyken gözaltına alınan, işkencelerden geçirilen annelerinden, doğdukları anda koparılan 500 çocuk!
Çocuklarının peşinde olan Plaza de Mayo Anneleri’nden bazıları da bu kayıplar kervanına katıldı. Azucena Villaflor de De Vincenti, 30 Kasım 1976’da oğlu ve gelini için içişleri bakanlığının önüne giderek başlattığı kayıp arama mücadelesini büyütürken, Arjantin askeri rejimi Plaza de Mayo Anneleri’ni çoktan “Deli kadınlar” ilan etmişti. Ve Vincenti, 1977’nin Aralık ayında rejimin alıkoyduğu bir anne olarak kayıplara karışmıştı. Artık kayıplar sadece sendikacılar, öğrenciler, gazeteciler ve gerillalar değildi...
Plaza de Mayo Anneleri’nin lideri Hebe María Pastor de Bonafini, 20 Kasım 2022’de hayata gözlerini yumdu. Bonafini hayata veda ederken 93 yaşındaydı ve ona veda etmeden kaybolan iki oğlu ve bir gelini vardı. Bonafini’nin ölümü sonrasında Arjantin’de üç gün ulusal yas ilan edildi. Harcanan kayıp üç ömür için üç gün.
Bu yazıyı kaleme almaya başladığımda tarih 28 Kasım 2022’ydi. Bonafini’nin ölümünden sekiz gün, Arjantin 1985’i izlediğimden ise sadece iki gün sonraydı. Film platformlarında boş boş gezerken tesadüf mü, yoksa benim Bonafini’nin ölümünden etkilenen seçiciliğim mi, ya da Amazon’un bize oyunları mı bilinmez. Bir şekilde önümüze düştü. Filmi seçtiğimiz anda çaresiz bir dramın içine düşmediğimizi biliyordum. Filmin görselindeki gülen yüzlü gençler ve güven imajı verecek cinsten seçilen başrol Ricardo Darin’den belki de… Ama bildiğim bir şey vardı, filmi izlerken kaybetmek istemiyordum. Kayıplar ülkesinde kaybedenlerin kazanmasını isteyecek bir ruhla, mücadelenin dramdan uzak kalmasına ihtiyacım vardı ve kısmen de olsa öyle oldu.
Film, Arjantin askeri darbesinin yargılanması için görev verilmiş Julio Sezar Strassera’nın yanına aldığı genç hukukçularla birlikte ulusal çapta başlattığı çağrısının davaya dönüşme sürecini işliyor. Arjantin’in her köşesinden gelen işkenceye maruz kalanların mektupları ve kayıp yakınlarının yaşadıklarını anlatan ifadeler davayı oluştururken, Strassera’ya yönelik artan tehdit mesajları, darbeyi yargılamanın yıllar geçse de o denli kolay olmadığını gösteriyor. İfadelerine başvurulanların ise darbenin yargılanacağına dair inançları, kayıplarını beklemek gibi sonsuz bir tekerrür taşıyor. Ya olursa…
Keza, davanın savcısı Julio’nun yeni hükümet yetkilisi Bruzzo’nun davayı açması yönündeki ısrarına “Harikalar Diyarı’na mı düştük? Aniden diktatörler hapse girmeye mi başladı? Askeri mahkeme General Videla’yı cidden hapse atar mı sanıyorsun? Onlar da işin içindeydi Bruzzo” sözleriyle verdiği cevabı, bana bir anda 2010 referandumundaki liberallerin hayalini anımsattı. Sahi, yargılanan ne vardı bizim topraklarda?
Davayı üstlenen Julio’nun kafa karışıklığına çözüm olarak beliren taze hukukçu, orta sınıfın kilise seven aile çocuğu Moreno Ocampo ekranda belirdiğinde, darbenin işbirlikçilerini izleyiciye şu sözleriyle hatırlatıyor: “Komünist diye karalanacak avukatlar yerine genç avukatlar atamak daha iyi. Sadece orduyu değil, orta sınıfı da bu davanın meşruiyetine ikna etmemiz gerek. Orta sınıfın darbelere sahip çıkma eğilimini de hesaba katarak.”
Julio’nun tabiriyle binlerce insanın ölümündeki ‘truva atları’…
Julio ve Moreno’nun, Arjantin’de işlenen insanlık suçlarıyla ilgili bilgisi olanlara yaptığı çağrı sonuç verdiğinde izleyici filmin ortalarında; 1985 Buenos Aires’inde ise 709 vaka, 800 küsur tanığın ifadesi Savcı Julio’nun masasında; generallerin ‘astların aşırı davranışları’ olarak gördüğü ama güya bilmediği işkenceler, yok edilmeler ise tüm Arjantin halkının gözleri önündeydi.
Yargılamaların başlamasıyla askerlerin huzursuzluğu, yeni hükümetin yargılama seremonisini bozuyor. Savcı Julio’nun arkasında yeni hükümetin olduğunu söyleyen Bruzzo, bir gün yeniden belirdiği Julio’nun odasında bu kez, askeri ayaklanmanın olabileceğinden bahsederek, adaletin sorumlu davranması gerektiğini söylüyor ve ekliyor “Ölüleri kim sayacak? Sen mi, ben mi, yargıçlar mı?”
Julio’nun ‘aptal’ yerine konulmak istemediği için üstlenmekten kaçındığı davada şimdi hükümet geri adımdan bahsederken, Julio ve ortağı umuttan bahsettikleri insanlardan artık kaçamıyor.
Filme dair söylenebilecek, yazılabilecek çok şey var: Plaza de Mayo Anneleri’nin, savcının ekibine verdikleri bilgiler sırasında, Julio’nun diktatörlük zamanında hiçbir şey yapmadığını hatırlatması gibi ve yeniden umut etmesi gibi… Kısaca umut gibi çok şey söylenebilir, yazılabilir ve her ikisi gibi de çabucak unutulup kaybolabilir.
Nur Derya
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
BursaMuhalif.com
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Hatice Nur Derya
Arjantin 1985 – Ölüleri Kim Sayacak?
“Sabah vakti geride kalırken umudum yavaş yavaş tükeniyor. Öğlen olduğunda ölüyorum. Akşama doğru diriliyorum. O zaman geleceğine yeniden inanıyor ve masaya onun için bir tabak koyuyorum, ama o yeniden ölüyor ve gece olduğunda umudum tamamen tükenmiş olarak uyuyakalıyorum. Uyanıyor ve hayatta olduğunu hissediyorum…”
Eduardo Galeona, 1977, Buenos Aires
Plaza de Mayo… Türkçe karşılığı Mayıs Meydanı. Arjantin’in özgürlük meydanı ya da 1976 askeri cuntasının meydanı olarak da bilebilirsiniz ama ben daha çok onu, adlarını kayıplarını kazıdıkları beyaz başörtülerinde kaybedenlerin meydanı olarak bilmek istiyorum.
Cuntanın ‘birlik ve beraberlik’ diye haykırmaya başladığı günleri dağıtan 14 kadının sessiz mücadelesi, 30 Nisan 1977’de Plaza de Mayo’dan yükselir. Bir cumartesi günü geldikleri meydanda bu 14 kadın, yıllarca sürecek bir arayışı başlatır. Gözaltına alındıktan sonra akıbetlerini bilemedikleri çocukları için hazırladıkları mektupları Başkan Videla’ya vermek isteyen kadınları, o gün polis saldırıyla dağıtır. Dağıtır dağıtmasına ama 1977’nin sonlarına doğru 14 kadın, yanlarındaki 300 kadınla birlikte aynı meydanda, her perşembe kayıplarının peşindedir.
Plaza de Mayo Anneleri… Gözaltına alınan, kaçırılan, alıkonulan çocuklarına dair devletten “Ne oldu çocuklarımıza?” sorusuna cevap bekleyen anneler… Doğarken annelerinden koparılmış, cuntacıların elinde büyütülmüş torunlarını arayan büyükanneler…
30 bin kayıp! İşkencehane olarak kullanılan askeri okullarda, ‘ölüm uçuşları’ denilen uçaklardan okyanusa atılarak katledilen, yok edilen, 30 bin insan! Hamileyken gözaltına alınan, işkencelerden geçirilen annelerinden, doğdukları anda koparılan 500 çocuk!
Çocuklarının peşinde olan Plaza de Mayo Anneleri’nden bazıları da bu kayıplar kervanına katıldı. Azucena Villaflor de De Vincenti, 30 Kasım 1976’da oğlu ve gelini için içişleri bakanlığının önüne giderek başlattığı kayıp arama mücadelesini büyütürken, Arjantin askeri rejimi Plaza de Mayo Anneleri’ni çoktan “Deli kadınlar” ilan etmişti. Ve Vincenti, 1977’nin Aralık ayında rejimin alıkoyduğu bir anne olarak kayıplara karışmıştı. Artık kayıplar sadece sendikacılar, öğrenciler, gazeteciler ve gerillalar değildi...
Plaza de Mayo Anneleri’nin lideri Hebe María Pastor de Bonafini, 20 Kasım 2022’de hayata gözlerini yumdu. Bonafini hayata veda ederken 93 yaşındaydı ve ona veda etmeden kaybolan iki oğlu ve bir gelini vardı. Bonafini’nin ölümü sonrasında Arjantin’de üç gün ulusal yas ilan edildi. Harcanan kayıp üç ömür için üç gün.
Bu yazıyı kaleme almaya başladığımda tarih 28 Kasım 2022’ydi. Bonafini’nin ölümünden sekiz gün, Arjantin 1985’i izlediğimden ise sadece iki gün sonraydı. Film platformlarında boş boş gezerken tesadüf mü, yoksa benim Bonafini’nin ölümünden etkilenen seçiciliğim mi, ya da Amazon’un bize oyunları mı bilinmez. Bir şekilde önümüze düştü. Filmi seçtiğimiz anda çaresiz bir dramın içine düşmediğimizi biliyordum. Filmin görselindeki gülen yüzlü gençler ve güven imajı verecek cinsten seçilen başrol Ricardo Darin’den belki de… Ama bildiğim bir şey vardı, filmi izlerken kaybetmek istemiyordum. Kayıplar ülkesinde kaybedenlerin kazanmasını isteyecek bir ruhla, mücadelenin dramdan uzak kalmasına ihtiyacım vardı ve kısmen de olsa öyle oldu.
Film, Arjantin askeri darbesinin yargılanması için görev verilmiş Julio Sezar Strassera’nın yanına aldığı genç hukukçularla birlikte ulusal çapta başlattığı çağrısının davaya dönüşme sürecini işliyor. Arjantin’in her köşesinden gelen işkenceye maruz kalanların mektupları ve kayıp yakınlarının yaşadıklarını anlatan ifadeler davayı oluştururken, Strassera’ya yönelik artan tehdit mesajları, darbeyi yargılamanın yıllar geçse de o denli kolay olmadığını gösteriyor. İfadelerine başvurulanların ise darbenin yargılanacağına dair inançları, kayıplarını beklemek gibi sonsuz bir tekerrür taşıyor. Ya olursa…
Keza, davanın savcısı Julio’nun yeni hükümet yetkilisi Bruzzo’nun davayı açması yönündeki ısrarına “Harikalar Diyarı’na mı düştük? Aniden diktatörler hapse girmeye mi başladı? Askeri mahkeme General Videla’yı cidden hapse atar mı sanıyorsun? Onlar da işin içindeydi Bruzzo” sözleriyle verdiği cevabı, bana bir anda 2010 referandumundaki liberallerin hayalini anımsattı. Sahi, yargılanan ne vardı bizim topraklarda?
Davayı üstlenen Julio’nun kafa karışıklığına çözüm olarak beliren taze hukukçu, orta sınıfın kilise seven aile çocuğu Moreno Ocampo ekranda belirdiğinde, darbenin işbirlikçilerini izleyiciye şu sözleriyle hatırlatıyor: “Komünist diye karalanacak avukatlar yerine genç avukatlar atamak daha iyi. Sadece orduyu değil, orta sınıfı da bu davanın meşruiyetine ikna etmemiz gerek. Orta sınıfın darbelere sahip çıkma eğilimini de hesaba katarak.”
Julio’nun tabiriyle binlerce insanın ölümündeki ‘truva atları’…
Julio ve Moreno’nun, Arjantin’de işlenen insanlık suçlarıyla ilgili bilgisi olanlara yaptığı çağrı sonuç verdiğinde izleyici filmin ortalarında; 1985 Buenos Aires’inde ise 709 vaka, 800 küsur tanığın ifadesi Savcı Julio’nun masasında; generallerin ‘astların aşırı davranışları’ olarak gördüğü ama güya bilmediği işkenceler, yok edilmeler ise tüm Arjantin halkının gözleri önündeydi.
Yargılamaların başlamasıyla askerlerin huzursuzluğu, yeni hükümetin yargılama seremonisini bozuyor. Savcı Julio’nun arkasında yeni hükümetin olduğunu söyleyen Bruzzo, bir gün yeniden belirdiği Julio’nun odasında bu kez, askeri ayaklanmanın olabileceğinden bahsederek, adaletin sorumlu davranması gerektiğini söylüyor ve ekliyor “Ölüleri kim sayacak? Sen mi, ben mi, yargıçlar mı?”
Julio’nun ‘aptal’ yerine konulmak istemediği için üstlenmekten kaçındığı davada şimdi hükümet geri adımdan bahsederken, Julio ve ortağı umuttan bahsettikleri insanlardan artık kaçamıyor.
Filme dair söylenebilecek, yazılabilecek çok şey var: Plaza de Mayo Anneleri’nin, savcının ekibine verdikleri bilgiler sırasında, Julio’nun diktatörlük zamanında hiçbir şey yapmadığını hatırlatması gibi ve yeniden umut etmesi gibi… Kısaca umut gibi çok şey söylenebilir, yazılabilir ve her ikisi gibi de çabucak unutulup kaybolabilir.
Nur Derya