Kadın doğmak, olmak ve yaşamak - Burcu Üzümcüler Özaydın*
Yazının Giriş Tarihi: 25.01.2023 13:39
Yazının Güncellenme Tarihi: 20.11.2024 18:30
“BEN” KADINIM!!!
Korkunç ve mübarek elleri,
İnce, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle,
Anamız, avradımız, yarimiz.
Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen.
Ve soframızdaki yeri,
Öküzümüzden sonra gelen,
Sofrada öküzden sonra gelen kadınlarımız...
Nazım Hikmet
Yıl 1987 ve bir kadının kaleminden kadın olmanın hikayesi yazılıyor ve diyor ki “Kadının Adı Yok”
Duygu Asena
Kadın doğmak, kadın yaşamak, bazen adı dahi olmayan adı konmayan olmak…
Dünyaya geldiğinden itibaren yaşamda eşit hak ve fırsatlara erişimde ayrımcı davranış ve uygulamalara cinsiyeti sebebiyle maruz kalmak. Doğduğu anda ‘sessizlik oldu kız mı doğdu?’ denilen kadının, evleneceği zaman ‘kızı almaya gidiyoruz” ‘kızımızı verdik’ denilen, kadın mı kız mı bayan mı diye cinsiyetinin söylenmesinden çekinilen KADIN olmak ve yaşamak öyle kolay değil.
Doğuştan itibaren renklerle, isimlerle, sorumlulukları ile ayrışan kadın ve erkeğin çocukluğunda oyuncakları ile ayrıştırılarak ileride yaşayacağı toplumsal rollerin eşitsizliğinin desteklenmesi sağlanıyor. ‘Çok canlar yakacak’ denilen oğlan çocukları ‘başımıza bela açacak’ denilen kız çocuklarının ileride kamusal alandaki varlığı şekillendiriliyor. Sen ‘güçlü’ olansın ‘koruyansın’ denilen oğlan çocukları ve ‘korunan narin’ sıfatlandırılan kız çocuklarının yetişkinlikte sokakta erkeğin kadına uyguladığı şiddeti meşrulaştıran ve ‘aile meselesidir’ diyen toplumu tetikleyen etkinin temelini oluşturmaktadır.
Cinsiyete dayalı ayrımcılık ve eşitsizliğin Türkiye karnesine bakarsak;
Türkiye nüfusunun %49,9'unu kadınlar, %50,1'ini erkekler oluşturmaktadır (TÜİK,2021). Cinsiyet eşitsizliğine dair eğitim, sağlık hizmetlerine erişim, iş gücüne katılım, karar mekanizmalarında eşit söz hakkında sahip olma durumuna dair nicel verilere göz atabiliriz.
Dünya Ekonomik Forumu tarafından her yıl dünya ülkeleri arasında yayınlanan toplumsal cinsiyet uçurumu endeksi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ilerleyişini izlemeyi, ekonomi, politika, eğitim ve sağlıkta ulusal cinsiyet uçurumlarını ölçmeyi ve ülke sıralaması yapmayı amaçlamaktadır. Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) 2022 Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre Türkiye, cinsiyet eşitsizliğinde 156 ülke arasında 133. sırada bulunmaktadır. Rapor, 156 ülke temel alınarak hazırlanmıştır ve ülkeler cinsiyet eşitsizliği, eğitim, sağlık, siyaset ve iş hayatı başlıklarında incelenmektedir.
Eşit haklara erişimde ilk adım eğitime ulaşabilmek ki eğitim erişemeyen kadınların iş gücünde yer alması, her alanda eşit söz hakkına sahip olmada nicel verilerde de net olarak eksikliği görmekteyiz. Dünyada okuma yazma bilmeyenlerin üçte ikisini kadınlar oluşturmaktadır. Türkiye baktığımızda herhangi bir eğitim kurumundan mezun olmayan 3 milyonu aşkın kadın bulunmaktadır. En az bir eğitim düzeyini tamamlayan kadınların oranı %87,7 olarak tespit edilmiştir (TÜİK,2021). Eğitimde fırsat eşitliği ve kız çocuklarının eğitime erişiminin teşvik edilmesine dair eğitim sistemi ile beraber erkek yaşta zorla evliliklere dair önlemlerin alınması şarttır. Çünkü Türkiye'deki tüm evliliklerin üçte biri çocuk evlilikleridir ve kadınların üçte biri 18 yaşının altında evlenmektedir.
İş gücüne katılma ve ekonomik olarak kadınların güçlenmesine bakıldığında; kadınların istihdam oranının erkeklerin yarısından daha az olduğu görülmektedir. İşgücüne katılma oranı erkeklerde %70,3, kadınlarda ise %32,8’dir (Tüik,2021). Eğitim düzeyi ile işgücüne katılma durumunun birbirine paralel artış olduğu görülmektedir ki yükseköğrenim mezunu kadınlar %65 istihdamda yer almaktadır.
Kadınlar, işgücü piyasasında çalışarak yer almalarından bağımsız olarak, erkeklere kıyasla çok daha fazla zamanı hane içi çalışma ve bakım faaliyetlerine ayırmaktadır. Hane içindeki eşitsizlik, işgücü piyasasındaki eşitsizleri derinleştirebildiği gibi, kadınların ev ve bakım iş yükü, iş hayatında karşılaştıkları dezavantajları arttırarak hane içinde ve sosyal yaşamda eşitsizlikleri beslemektedir.
Çalışan bireylerin hanehalkı ve ev bakımına harcadıkları zamana bakıldığında, Türkiye’de kadınlar işgücü piyasasında çalışıyor olsa dahi hanehalkı ve ev bakımına günde 3 saat 31 dakika zaman ayırırken, erkek çalışanlar yalnızca 46 dakika ayırdığı görülmektedir.
Kadınların bakım yükümlülükleri ve çalışma süreleri dikkate alındığında erkeklere oranla kadınların çalışma saatlerinin çok daha uzun olduğu gözlenmektedir. Kadınların hem ücretli çalışma, hem de ev içinde gerçekleşen faaliyetleri aynı zamanda yerine getirmeleri sonucu oluşan iş yüküne, ‘kadınların çifte yükü/mesaisi’ denir. Ücretli çalışma kadar, kadınların ev içinde gerçekleştirdikleri ev işi ve bakım işi (yeniden üretim faaliyetleri), toplumların devamlılığı için olmazsa olmaz faaliyetlerdir. Kadınların işgücüne katılım sağlayamama nedenleri arasında ev işleri, emeklilik, engelli olma, iş aramama gibi nedenler yer almaktadır. Kadınların yaklaşık 11 milyonu, ‘ev işleri’ nedeni ile işgücüne katılım sağlayamamıştır.
Eşit yaşam ve eşit haklar diyorsak; İş gücü piyasasında kadınların yaşadığı Dünya ve Türkiye sorunu olan ‘eşit değerde eşit ücret’ konusunu gündemde tutmak gerekmektedir. İşgücü piyasasında ücretli olarak çalışan tüm kadın ve erkeklerin ortalama ücret düzeyleri arasındaki farkı gösteren ‘cinsiyete dayalı ücret farkı’, kadınların ücretli işgücüne katılmaya başladıkları günden beri tüm dünyada süre gelen temel bir sorundur. Cinsiyete dayalı ücret farkı, birbirinden farklı yöntemlerle ölçülüyor olsa da elde edilen bulgular açık ve net biçimde tüm dünyada kadınların erkeklere kıyasla halen daha düşük ücret elde ettiğini göstermektedir. ILO’nun 2018-19 Küresel Ücret Raporu verilerine göre, küresel düzeyde kadınlar erkeklerden ortalama %20 daha az kazanmaktadır. (Dünyada 100 dolar kazanan erkeğe karşılık cinsiyet kaynaklı eşitsizlik sebebiyle bir kadın aynı işi yapmasına rağmen 80 dolar kazanmaktadır). Türkiye’de ILO-TÜİK raporuna göre cinsiyete dayalı ücret açığı kamu sektöründe %5.1, özel sektörde ise %15.3’tür.
Eşit söz hakkı ve karar mekanizmalarında yer almak, kadınların ve erkeklerin toplumsal cinsiyet rolleri sebebiyle beklenti ve ihtiyaçların belirlenerek kararların alınmasını sağlayacaktır ve eşit temsil haklara erişimde önemli etkendir. Ancak hanehalkı işgücü araştırması sonuçlarına göre; şirketlerde üst düzey ve orta kademe yönetici pozisyonundaki kadın oranı 2020 yılında %19,3 olarak belirlenmiştir. Kamu, özel sektör, yerel yönetimlerde yönetici oranlarına baktığımızda çok daha düşük sayılarla maalesef karşı karşıya kalmaktayız.
Bir diğer temel insan hakkı ihlali, cinsiyet rollerinin en önemli sonucu olan güç ilişkisidir. Bir cinsiyete güç atfedilirken bir cinsiyet ‘korunan ve korunması gereken’ rol biçilmekte ve hiyerarşik ilişki ve güç ilişkisi oluşturulmaktadır. Bu durumun en hazin sonuçlarından biri ‘şiddet’tir. Kadına yönelik şiddet, kadınların cinsiyetleri sebebiyle maruz kaldıkları şiddet nedeniyle yaşam hakları ellerinden alınmaktadır. Dünyada her 3 kadından biri hayatının bir döneminde fiziksel ya da cinsel şiddete maruz kalmaktadır. Türkiye'de neler oluyor? Türkiye'de kadınların yüzde 38'i fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalıyor. Psikolojik şiddete maruz kalan ve yaşadığı şiddeti hiç kimseye anlatamayan kadınların oranı ise ne yazık ki yüzde 44.
Ne yazık ki güç ilişkisi olan ve cinsiyet eşitsizliğinin en derin sonucu olan kadına yönelik şiddet sebebiyle Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerinde 2022 yılında 334 kadının erkekler tarafından öldürüldüği ve 245 kadının ise şüpheli şekilde ölü bulunduğu belirtilmiştir.
2022 yılında 334 kadının erkekler tarafından öldürüldüğünü, 245 kadının ise şüpheli şekilde ölü bulunduğunu açıkladı. Kadınlar erkekler tarafından kadın doğdukları ve cinsiyet temelli sebeplerle hayatlarını kaybetmişlerdir. Cinsiyet temelli şiddetin günden güne artış gösterdiği bir ülkede eğitim, sağlık,istihdam alanlarında ilerlemesi imkansızdır.
Yaşananlar ve rakamlar ‘kadının adını sorgulatan’ kadın olarak yaşamanın engellerini ortaya koyan verilerdir. Peki değişim için İLK ADIMLAR ne olmalı?
● Eşitliği ‘aynılık’ ile karıştırmamak ve bireysel özelliklerden kaynaklı ‘farklılıkları’ zenginleştirebilmek. Bireysel özelliklerin cinsiyet temelli oluşmasına aileden başlayan süreçte yüklediğimiz rollerle değil eşitlikçi anlayışla yetiştirdiğimiz çocukların yetişkinlik süreçlerinde kendilerinin şekillendirmesine fırsat vermek
● ‘Çok canlar yakacak’ denilen oğlan çocukları ‘başımıza bela açacak’ denilen kız çocuklarından yetişkinlikte beklentilerimizle beraber sokakta taciz ve tecavüze uğrayan kadının yaşadıklarını normalleştirerek kadını suçlamaktan vazgeçmek. Mağdura değil faile yüzümüzü dönebilmek. Kadın ve erkeğin kullandığı toplu taşıma araçlarının ayrıştırılmasını hem kadının yaşam hakkı ihlali hem de erkeğe hakaret olarak görebilmeyi başarmak
● ‘Sen güçsün sen koruyansın’ ’sen narinsin korunansın’ dediğimiz kız ve oğlan çocuklarımızın yetişkinlikte kendini ifade edemeyen yetişkinlikler olduklarında güçlü ve koruyan olma sıfatı ile kendine şiddeti hak görebilen erkeklerin uyguladığı şiddeti sokakta, evde nerede olursa olsun normalleştirmemek.
● Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, yüklediğimiz rollerin ne kadar masum görünse de bugün karşımıza çıkan kadına yönelik şiddette maalesef ki her birimizin var olduğunu fark edebilmek.
● Sokakta evde şiddetin var olduğu ortamda yaşayan çocukların ileriki yaşamda karşılaşacağı travmatik durumları yok saymamak. Şiddetin var oluşunun önüne geçmede çocukların doğuşunda itibaren katkı koyabilmek ve asla ve asla ŞİDDETİ GEREKÇELENDİRMEMEK.
● Karar mekanizmalarında yer alan kişilerin eşitlikçi dil kulanımını sağlamak
● Çocukluktan itibaren eşitlikçi anlayış ile çocukları yetiştirmek
● Eğitim sisteminde eşitlikçi eğitim çerçevesini oluşturmak
● Kadınların haklara erişimde oluşan engelleri ortadan kaldıracak politikalar üretmek
*Uluslararası Sosyal İçerme ve Cinsiyet Eşitliği Uzman/Danışman
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Burcu Üzümcüler Özaydın
Kadın doğmak, olmak ve yaşamak - Burcu Üzümcüler Özaydın*
“BEN” KADINIM!!!
Korkunç ve mübarek elleri,
İnce, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle,
Anamız, avradımız, yarimiz.
Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen.
Ve soframızdaki yeri,
Öküzümüzden sonra gelen,
Sofrada öküzden sonra gelen kadınlarımız...
Nazım Hikmet
Yıl 1987 ve bir kadının kaleminden kadın olmanın hikayesi yazılıyor ve diyor ki “Kadının Adı Yok”
Duygu Asena
Kadın doğmak, kadın yaşamak, bazen adı dahi olmayan adı konmayan olmak…
Dünyaya geldiğinden itibaren yaşamda eşit hak ve fırsatlara erişimde ayrımcı davranış ve uygulamalara cinsiyeti sebebiyle maruz kalmak. Doğduğu anda ‘sessizlik oldu kız mı doğdu?’ denilen kadının, evleneceği zaman ‘kızı almaya gidiyoruz” ‘kızımızı verdik’ denilen, kadın mı kız mı bayan mı diye cinsiyetinin söylenmesinden çekinilen KADIN olmak ve yaşamak öyle kolay değil.
Doğuştan itibaren renklerle, isimlerle, sorumlulukları ile ayrışan kadın ve erkeğin çocukluğunda oyuncakları ile ayrıştırılarak ileride yaşayacağı toplumsal rollerin eşitsizliğinin desteklenmesi sağlanıyor. ‘Çok canlar yakacak’ denilen oğlan çocukları ‘başımıza bela açacak’ denilen kız çocuklarının ileride kamusal alandaki varlığı şekillendiriliyor. Sen ‘güçlü’ olansın ‘koruyansın’ denilen oğlan çocukları ve ‘korunan narin’ sıfatlandırılan kız çocuklarının yetişkinlikte sokakta erkeğin kadına uyguladığı şiddeti meşrulaştıran ve ‘aile meselesidir’ diyen toplumu tetikleyen etkinin temelini oluşturmaktadır.
Cinsiyete dayalı ayrımcılık ve eşitsizliğin Türkiye karnesine bakarsak;
Türkiye nüfusunun %49,9'unu kadınlar, %50,1'ini erkekler oluşturmaktadır (TÜİK,2021). Cinsiyet eşitsizliğine dair eğitim, sağlık hizmetlerine erişim, iş gücüne katılım, karar mekanizmalarında eşit söz hakkında sahip olma durumuna dair nicel verilere göz atabiliriz.
Dünya Ekonomik Forumu tarafından her yıl dünya ülkeleri arasında yayınlanan toplumsal cinsiyet uçurumu endeksi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ilerleyişini izlemeyi, ekonomi, politika, eğitim ve sağlıkta ulusal cinsiyet uçurumlarını ölçmeyi ve ülke sıralaması yapmayı amaçlamaktadır. Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) 2022 Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre Türkiye, cinsiyet eşitsizliğinde 156 ülke arasında 133. sırada bulunmaktadır. Rapor, 156 ülke temel alınarak hazırlanmıştır ve ülkeler cinsiyet eşitsizliği, eğitim, sağlık, siyaset ve iş hayatı başlıklarında incelenmektedir.
Eşit haklara erişimde ilk adım eğitime ulaşabilmek ki eğitim erişemeyen kadınların iş gücünde yer alması, her alanda eşit söz hakkına sahip olmada nicel verilerde de net olarak eksikliği görmekteyiz. Dünyada okuma yazma bilmeyenlerin üçte ikisini kadınlar oluşturmaktadır. Türkiye baktığımızda herhangi bir eğitim kurumundan mezun olmayan 3 milyonu aşkın kadın bulunmaktadır. En az bir eğitim düzeyini tamamlayan kadınların oranı %87,7 olarak tespit edilmiştir (TÜİK,2021). Eğitimde fırsat eşitliği ve kız çocuklarının eğitime erişiminin teşvik edilmesine dair eğitim sistemi ile beraber erkek yaşta zorla evliliklere dair önlemlerin alınması şarttır. Çünkü Türkiye'deki tüm evliliklerin üçte biri çocuk evlilikleridir ve kadınların üçte biri 18 yaşının altında evlenmektedir.
İş gücüne katılma ve ekonomik olarak kadınların güçlenmesine bakıldığında; kadınların istihdam oranının erkeklerin yarısından daha az olduğu görülmektedir. İşgücüne katılma oranı erkeklerde %70,3, kadınlarda ise %32,8’dir (Tüik,2021). Eğitim düzeyi ile işgücüne katılma durumunun birbirine paralel artış olduğu görülmektedir ki yükseköğrenim mezunu kadınlar %65 istihdamda yer almaktadır.
Kadınlar, işgücü piyasasında çalışarak yer almalarından bağımsız olarak, erkeklere kıyasla çok daha fazla zamanı hane içi çalışma ve bakım faaliyetlerine ayırmaktadır. Hane içindeki eşitsizlik, işgücü piyasasındaki eşitsizleri derinleştirebildiği gibi, kadınların ev ve bakım iş yükü, iş hayatında karşılaştıkları dezavantajları arttırarak hane içinde ve sosyal yaşamda eşitsizlikleri beslemektedir.
Çalışan bireylerin hanehalkı ve ev bakımına harcadıkları zamana bakıldığında, Türkiye’de kadınlar işgücü piyasasında çalışıyor olsa dahi hanehalkı ve ev bakımına günde 3 saat 31 dakika zaman ayırırken, erkek çalışanlar yalnızca 46 dakika ayırdığı görülmektedir.
Kadınların bakım yükümlülükleri ve çalışma süreleri dikkate alındığında erkeklere oranla kadınların çalışma saatlerinin çok daha uzun olduğu gözlenmektedir. Kadınların hem ücretli çalışma, hem de ev içinde gerçekleşen faaliyetleri aynı zamanda yerine getirmeleri sonucu oluşan iş yüküne, ‘kadınların çifte yükü/mesaisi’ denir. Ücretli çalışma kadar, kadınların ev içinde gerçekleştirdikleri ev işi ve bakım işi (yeniden üretim faaliyetleri), toplumların devamlılığı için olmazsa olmaz faaliyetlerdir. Kadınların işgücüne katılım sağlayamama nedenleri arasında ev işleri, emeklilik, engelli olma, iş aramama gibi nedenler yer almaktadır. Kadınların yaklaşık 11 milyonu, ‘ev işleri’ nedeni ile işgücüne katılım sağlayamamıştır.
Eşit yaşam ve eşit haklar diyorsak; İş gücü piyasasında kadınların yaşadığı Dünya ve Türkiye sorunu olan ‘eşit değerde eşit ücret’ konusunu gündemde tutmak gerekmektedir. İşgücü piyasasında ücretli olarak çalışan tüm kadın ve erkeklerin ortalama ücret düzeyleri arasındaki farkı gösteren ‘cinsiyete dayalı ücret farkı’, kadınların ücretli işgücüne katılmaya başladıkları günden beri tüm dünyada süre gelen temel bir sorundur. Cinsiyete dayalı ücret farkı, birbirinden farklı yöntemlerle ölçülüyor olsa da elde edilen bulgular açık ve net biçimde tüm dünyada kadınların erkeklere kıyasla halen daha düşük ücret elde ettiğini göstermektedir. ILO’nun 2018-19 Küresel Ücret Raporu verilerine göre, küresel düzeyde kadınlar erkeklerden ortalama %20 daha az kazanmaktadır. (Dünyada 100 dolar kazanan erkeğe karşılık cinsiyet kaynaklı eşitsizlik sebebiyle bir kadın aynı işi yapmasına rağmen 80 dolar kazanmaktadır). Türkiye’de ILO-TÜİK raporuna göre cinsiyete dayalı ücret açığı kamu sektöründe %5.1, özel sektörde ise %15.3’tür.
Eşit söz hakkı ve karar mekanizmalarında yer almak, kadınların ve erkeklerin toplumsal cinsiyet rolleri sebebiyle beklenti ve ihtiyaçların belirlenerek kararların alınmasını sağlayacaktır ve eşit temsil haklara erişimde önemli etkendir. Ancak hanehalkı işgücü araştırması sonuçlarına göre; şirketlerde üst düzey ve orta kademe yönetici pozisyonundaki kadın oranı 2020 yılında %19,3 olarak belirlenmiştir. Kamu, özel sektör, yerel yönetimlerde yönetici oranlarına baktığımızda çok daha düşük sayılarla maalesef karşı karşıya kalmaktayız.
Bir diğer temel insan hakkı ihlali, cinsiyet rollerinin en önemli sonucu olan güç ilişkisidir. Bir cinsiyete güç atfedilirken bir cinsiyet ‘korunan ve korunması gereken’ rol biçilmekte ve hiyerarşik ilişki ve güç ilişkisi oluşturulmaktadır. Bu durumun en hazin sonuçlarından biri ‘şiddet’tir. Kadına yönelik şiddet, kadınların cinsiyetleri sebebiyle maruz kaldıkları şiddet nedeniyle yaşam hakları ellerinden alınmaktadır. Dünyada her 3 kadından biri hayatının bir döneminde fiziksel ya da cinsel şiddete maruz kalmaktadır. Türkiye'de neler oluyor? Türkiye'de kadınların yüzde 38'i fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalıyor. Psikolojik şiddete maruz kalan ve yaşadığı şiddeti hiç kimseye anlatamayan kadınların oranı ise ne yazık ki yüzde 44.
Ne yazık ki güç ilişkisi olan ve cinsiyet eşitsizliğinin en derin sonucu olan kadına yönelik şiddet sebebiyle Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerinde 2022 yılında 334 kadının erkekler tarafından öldürüldüği ve 245 kadının ise şüpheli şekilde ölü bulunduğu belirtilmiştir.
2022 yılında 334 kadının erkekler tarafından öldürüldüğünü, 245 kadının ise şüpheli şekilde ölü bulunduğunu açıkladı. Kadınlar erkekler tarafından kadın doğdukları ve cinsiyet temelli sebeplerle hayatlarını kaybetmişlerdir. Cinsiyet temelli şiddetin günden güne artış gösterdiği bir ülkede eğitim, sağlık,istihdam alanlarında ilerlemesi imkansızdır.
Yaşananlar ve rakamlar ‘kadının adını sorgulatan’ kadın olarak yaşamanın engellerini ortaya koyan verilerdir. Peki değişim için İLK ADIMLAR ne olmalı?
● Eşitliği ‘aynılık’ ile karıştırmamak ve bireysel özelliklerden kaynaklı ‘farklılıkları’ zenginleştirebilmek. Bireysel özelliklerin cinsiyet temelli oluşmasına aileden başlayan süreçte yüklediğimiz rollerle değil eşitlikçi anlayışla yetiştirdiğimiz çocukların yetişkinlik süreçlerinde kendilerinin şekillendirmesine fırsat vermek
● ‘Çok canlar yakacak’ denilen oğlan çocukları ‘başımıza bela açacak’ denilen kız çocuklarından yetişkinlikte beklentilerimizle beraber sokakta taciz ve tecavüze uğrayan kadının yaşadıklarını normalleştirerek kadını suçlamaktan vazgeçmek. Mağdura değil faile yüzümüzü dönebilmek. Kadın ve erkeğin kullandığı toplu taşıma araçlarının ayrıştırılmasını hem kadının yaşam hakkı ihlali hem de erkeğe hakaret olarak görebilmeyi başarmak
● ‘Sen güçsün sen koruyansın’ ’sen narinsin korunansın’ dediğimiz kız ve oğlan çocuklarımızın yetişkinlikte kendini ifade edemeyen yetişkinlikler olduklarında güçlü ve koruyan olma sıfatı ile kendine şiddeti hak görebilen erkeklerin uyguladığı şiddeti sokakta, evde nerede olursa olsun normalleştirmemek.
● Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, yüklediğimiz rollerin ne kadar masum görünse de bugün karşımıza çıkan kadına yönelik şiddette maalesef ki her birimizin var olduğunu fark edebilmek.
● Sokakta evde şiddetin var olduğu ortamda yaşayan çocukların ileriki yaşamda karşılaşacağı travmatik durumları yok saymamak. Şiddetin var oluşunun önüne geçmede çocukların doğuşunda itibaren katkı koyabilmek ve asla ve asla ŞİDDETİ GEREKÇELENDİRMEMEK.
● Karar mekanizmalarında yer alan kişilerin eşitlikçi dil kulanımını sağlamak
● Çocukluktan itibaren eşitlikçi anlayış ile çocukları yetiştirmek
● Eğitim sisteminde eşitlikçi eğitim çerçevesini oluşturmak
● Kadınların haklara erişimde oluşan engelleri ortadan kaldıracak politikalar üretmek
*Uluslararası Sosyal İçerme ve Cinsiyet Eşitliği Uzman/Danışman