Halkların Demokratik Partisi Bursa 1. Bölge 1. Sıra adayı Yüksel Akgün’ün adaylığı YSK tarafından veto edilmesi üzerine HDP Munzur Üniversitesinde akademisyenken 6 Ocak 679 sayılı KHK ile ihraç edilen Adnan Şahin’i aday gösterdi. 1. Bölge 1. Sıra adayı Adnan Şahin ile Bursa da ki seçim sürecini konuştuk.
Ülkenin OHAL’den kurtulması bu KHK düzenine son vermek için çalışmalar yürütüyoruz diyen Adnan Şahin; “Düşüncelerimin uyuştuğu kendimi ait hissettiğim Halkların Demokratik Partisinden adaylık başvurusunda bulundum. OHAL mağdurlarının ve OHAL’e bağlı olarak gelişen hukuksuzlukların temsilcisi olma iddiasıyla bu partide yer alıyorum. Elbette salt OHAL mağdurları üzerinden değil, bu partinin inanç, kimlik, doğa boyutunda sergilemiş olduğu yaklaşımlar da benim burada bulunmamda çok etkili oldu.
Bursa çok kimlikli bir kent. Sosyal dışlanmanın yoğun yaşandığı bir yer. Çatışma süreci dolayısıyla kentlerinden göç etmişlerin kendini ifade ete ve sosyal anlamda yer edinmelerinde, kent içerisinde yer edinmelerinde nüfusları oranında temsil edilmediğini düşünüyorum. Ezilenlerin, demokratların temsile ihtiyaçlarının olduğu ortaya çıkıyor. Bu noktada bu güçlerle bir dayanışma, bir halklar bahçesi oluşturma ve bunların temsiliyetini ortaya koyma iddiasıyla çalışma yürütüyoruz” dedi.
Demokrasi krizinin varlığı ekonomik krizi ortaya koyuyor
Ekonomik anlamda bir krizle karşı karşıya olduğumuzu ifade eden Şahin; “OHAL başladığında Dolar 2,98 ama bugün 4.92’leri gördü. Avro aynı şekilde yüzde 71’lik bir artış oldu. Enflasyon göstergeleri iki rakamlı haneleri gösteriyor aylardır. Faiz oranları 16.5 seviyesine çıktı. Ülkede Demokrasi krizinin varlığı ekonomik krizi ortaya koyuyor. Şu artık net bir şekilde görülüyor; AKP’nin başarı hikayesi son buldu. AKP için artık deniz bitti, kara göründü. Seçim çalışmalarında da vaat edeceği hiçbir şey kalmadı. Vaat ettiklerine de şunu söylemek gerek; 16 yıldır kendileri iktidarda ve halen yapamadıklarını vaat ediyor. Yani bu konuda ellerini kollarını tutacak hiç kimse yokken halen demokrasi vaat ediyor. O zaman şunu sormak lazım; vaad ettiğin demokrasiyi kim ortadan kaldırdı. İktidar ortadan kaldırdı. Yüzlerce gazeteci içerde, halka ulaşabilecek özgür basın araçları ya kapatıldı ya da ana akım medyanın tekeline alındı. Akademiye baktığımızda artık çorak bir toprak görürsünüz. En basiti bugün akademide ortaya konulan yayınların dünya ölçeğindeki sıralamasında 20. sıradayız. Ama nitelik olarak baktığımızda dünyada 160. sıradayız. Bilimsel faaliyetlerin sadece şekil anlamında ya da puan toplama anlamında olduğunu görüyoruz. Doğa, toplum, insan yararına bir bilim faaliyeti kalmadı. Çünkü özellikle OHAL’den sonra ciddi bir tasviye sürecine uğradı, akademi çoraklaştırıldı. Sadece bunla kalmadı resmen esir muamelesi görmeye başladı. Özellikle barış akademisyenleri üzerinden konuşmak gerekirse kendilerine yurt dışına çıkış yasağı konuldu ve başka bir üniversitede çalışma yasağı kondu. Akademiye ve diğer kamu kurumlarında çalışmaya başlayacak olanların daha çalışmaya başlamadan güvenlik soruşturmaları aracılığıyla tasviye edildiğini görmekteyiz. Biz bunlarla mücadele edeceğiz. Çok ciddi mağduriyetler söz konusu, insanlıklarını yitirmiş bir durumda hiçbir soruşturma, hiçbir hukuki gerekçe olmaksızın attıkları insanlara, ağaç kabuğu yesin denebilecek kadar zalimleşmiş bir iktidarla karşı karşıyayız” dedi.
Sandık güvenliği bütün muhalefetin sorunu
TÜİK anketlerinde ve akademik çalışmalarda Bursa halkının yaşam memnuniyetinin düştüğünü belirten Şahin; “Özellikle OHAL süreci ve sonrasında yaşam memnuniyetlerinin düştüğünü görmekteyiz. Yaşam kalitesini artırmaya dönük çalışmalar tasarlıyoruz.
Üçlü bir ittifak var, biri Cumhur İttifakı biri Millet İttifakı, diğeri halkların demokratik ittifakı. HDP sol, sosyalist, dindar, insan hakları savunucuları, engellileri temsil noktasına kadar, inanç gruplarına kadar birçok kesime neredeyse Türkiye’yi tamamen kuşatan kesimleri içerisinde barındıran ve bunların temsiliyetini esas alan bir yapı. Bizim bugün baraj problemimiz yok. Çünkü halkların bir teveccühü söz konusu ve bunu alanda çok rahatlıkla gözlemleyebilmekteyiz. Mesela kendisini CHP'li olarak ifade eden ama HDP'nin barajı aşması için HDP’ye oy vereceğini, özellikle Eş Başkanımız Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğunu çok haksız bulan, adaletsiz bulan, suçsuz yere tamamen iktidarın tasarrufu haline getirilmiş yargıyla içeride siyaseten esir tutulduğunu kabullenen bir yaklaşım var topumda. Biz alana çıktığımızda özellikle kendi seçmenimizin dışındaki seçmenlerle temas kurmak istediğimizde bu konuda çok olumlu geri dönüşler alıyoruz. Halkların Demokratik İttifakının baraj problemi yok ama biz şunu biliyoruz; sarayda oturan AKP Genel Başkanı şu talimatı veriyor; biz bu talimatın devlete verilmiş bir talimat olarak kabul ediyoruz. Bizi kastederek 'o partiyi sandıklara gömün' deniyor. Nitekim bunun yansımalarını sandıkların taşınmasında görüyoruz, 270 bin civarında bir seçmenin taşınması ve oy kullanılmasında zorluk çıkarılması talimatında görüyoruz. Seçmenlerin, sadece HDP seçmenini kastetmiyorum, bütün seçmenlerin eğer oyuna sahip çıkacaksa, bu duruma itiraz etmesi gerekiyor. Sandık güvenliğinin olmadığı noktasında itirazların yükselmesini istiyoruz. Özellikle muhalefet kanadında bir itiraz yükselmesini bekliyoruz. Çünkü seçimin adilliğine gölge düşüren demokrasi şöleni adını verdiğimiz seçimlere şaibe karışmasını sağlayan bir durum söz konusu. Bizim buna karşı bir çalışmamız var, sandık güvenliğinin korunmasına yönelik. Özellikle muhalefette olan partilerle adil seçim platformu adı altında, 'Oy ve Ötesi' 'Bir adım daha at' gibi oluşumlarla, bizler de sandık güvenliği noktasında çalışmalar yürütmekteyiz. 16 Nisan'da yaptıkları hilelere karşı, çalamayacakları kadar oy alma hedefiyle hareket etmekteyiz. Yüzde 9.9 alacakmışız gibi çalışıyoruz, barajı zorlayan bir parti gibi çalışıyoruz ama yüzde 20 alacakmışız gibi de özgüvenle çalışıyoruz. Bizim bu noktada bir tereddüdümüz yok aslında, tek tereddüdümüz halkın bize teveccühünün çalınması, yani verilecek oyların yargı eliyle, kolluk güçleriyle çalınma korkusu, nitekim bunu referandumda gördük” dedi.
AKP’nin büyüme modeli borca dayalı bir büyüme
"Şunu net bir şekilde söyleyebiliriz eğer HDP baraj altı bırakılırsa bütün muhalefet baraj altında kalmış sayılacak ve bugüne kadar yaptıkları bütün çalışmalar yani iktidarı seçimle değiştirmeye dönük yaptıkları bütün çalışmaların hepsi değersizleşmiş olacak" diyerek sözlerine devam eden Şahin; “Çünkü HDP konumlandığı yer itibariyle bulunduğu pozisyon itibariyle kilit bir parti konumunda ve HDP'nin barajı aşmaması demek bütün bu çalışmaların heba olması anlamına gelecektir. Bizim bir iktidar hedefimiz var ve iktidar olmaya dönük bir programımız da mevcut. Özellikle ekonomiye dair, demokrasinin yeniden tesis edilmesine dair OHAL KHK düzeninin sonlandırılmasına dair, tek adam eliyle yönetiminin sonlandırılmasına dair ve bizi tatmin etmese dahi hali hazırda demokratik parlamenter sisteme geçişe dair bir programımız mevcut ve bu iddiayla iktidara talibiz. Halkların artık gerçeği gördüğünü düşünüyoruz. Bu doğrultuda da çalışmalar yürütüyoruz. Nitekim dün itibariyle halkça dağıtım programı açıklandı. Özellikle çalışan ve çalışmayan kesimlere dönük ekonomik iyileştirmelere dair bir program hazırladık. Ücretlerin iyileştirilmesi, işsizlerin en azından iş bulana kadar yaşam kalitelerinin artırılmasına dönük iyileştirme programları hazırladık. Yine sosyal haklar anlamında bugün baktığımızda iktidar sosyal devlet olmaktan kaynaklı yapmak zorunda olduğu yardımları bir lütuf gibi, sadaka anlayışı içerisinde insanlara dağıtmakta ve bunlar üzerinden bir oy isteme peşindedir. Halka dağıttığı bu sosyal yardımlarla yandaşları zengin etti, bir taraftan da bunu halka dağıtırken oya tahvil etmeye çalışmaktadır. 'Sen bana oy verirsen ben sana bunu veririm' ya da 'ben yoksam bunları alamazsın' bunlar anayasal bir haktır ve yetersizdir. Biz bunu yetersiz buluyoruz. Aslında yoksulluğun kaynağının kendileri olduğunu söylememiz mümkündür. 16 yıldır halk halen yoksul ve sen halen makarna kömür gibi yardımlar dağıtmak zorunda kalıyorsan, bu senin aslında politikalarının başarısız olduğu anlamına gelir. Bizim borçsuz bir yaşam projemiz söz konusu. Şunu söylememiz mümkün AKP’nin büyüme modeli borca dayalı bir büyüme. Dışarıya çıktığımızda borçsuz insan yoktur. Herkes kendisine ait olmayan bir refah sürmektedir. Artık öyle bir noktaya geldik ki kimsenin iş garantisi yok. Bir sabah KHK ile atılabilirsiniz. Kazandığın kadar harcama mantığını geliştirmemiz gerekiyor. Biz bu noktada özellikle tüketici faizlerini, tüketici kredilerini ve kredi kartı faizlerini silip borçsuz yaşamı özendireceğiz” dedi.
Yargıyı tarafsız ve bağımsız hale getireceğiz
Keza yargı noktası yargı bugün iktidarın sopası haline gelmiştir. Artık yargıçlar, yargı mensupları cüppelerini ilikler duruma geldiler, artık düğmeli bir cüppe söz konusu. Kayyumlar özelinde, tutuklanan milletvekilleri, eş genel başkanlarımız, tutuklanan belediye başkanlarımız, binlerce parti üyemiz tamamen iktidarın talimatı üzerine tutuklanmışlardır. Yargının da tarafsız ve bağımsız hale getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz ve bun noktada da çalışmalar yürüteceğiz.
Borçsuz yaşam mevcut
Bu dediğimiz programı hayata geçirecek kaynak hazır, halkça dağıtım kapsamında emekli, yaşlı, kamu çalışanları, işsizler ve tarım emekçilerine dönük 258 milyarlık bir bütçe söz konusu, yine yoksulluk sınırı altındaki 10 milyon insandan bahsediyoruz, bunları yoksulluk sınırının üstüne çıkarmak için 108 milyar lira, yine borçsuz yaşam için projemiz mevcut. Bütün bunları aslında kamudaki gereksiz israfları, gereksiz şatafat yayan, sarayın masrafları, cumhurbaşkanlığının bütçesi, yine örtülü ödenek gibi kaynaklardan, yine adil vergi uygulamalarıyla zenginden alıp yoksula dağıtacak mekanizmalarla bu kaynak yaratılabilir. Bu kaynağı sadece yandaşlara peşkeş çekmek yerine yoksul halka dağıtmak, emekçi halka dağıtmak, bu noktada çok daha anlamlı ve Türkiye’nin refah düzeyini toplu bir şekilde yükseltecek, gelir dağılımı uçurumunu azaltacak bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. İş güvencesi noktasında ciddi bir krizle karşı karşıyayız. Özellikle kamu emekçileri noktasında iş güvencesi bugün tuzla buz edilmiş ve bu da verimliliği azaltan ve kamusal işlerin işleyişini baltalayan bir unsur. İktidarın yandaş toplama mekanizmasına dönüşmüş durumda. Mülakata dayalı işe alım söz konusu, kriterler yok, adil objektif kriterlerin olmadığı kamu personel sistemi yok. Sağlık sektöründe çok ciddi sorunlarla karşı karşıyayız. Şehir hastaneleri ticari bir anlayışa dayalı kirasını sağlık bakanlığının aldığı ve aslında buraların birer sağlık AVM'si rolüne büründüğü bir süreçten geçiyoruz. Şehirden uzak bir kampüs alanları buralar, sağlık alımı için ulaşım sıkıntısı barındırıyor. Bütün bunlar ticari kaygıyla yapılıyor. Buraların kapatılması gerekiyor. Sağlık hizmetlerinin ücretsiz olduğu söylentisi tamamen yanlış bir söylenti. Bunu eczaneler üzerinden görebiliyoruz. Muayene olurken herhangi bir ücret ödemiyorsunuz ama eczaneye ilaç almaya gittiğinizde ne kadar muayene borcunuz varsa onu ödetiyorlar. Dolayısıyla sağlık hizmetinin ücretsiz olduğu tamamen palavradır. Bu noktada temel kamusal hizmetlerin eğitim, sağlık hizmetlerinin ulaşılabilir, parasız ve anadilinde olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu noktalarda da elbette çalışmalarda bulunacağız. Eğitimin ticarileştirilmesi, dinselleştirilmesi mücadele etmeyi gerektiren alanlardır. Bir kişiye eğitim verdiğinizde sadece o kişiye eğitim vermiş olmuyorsunuz. Onun topluma faydası üzerinden de pozitif fayda yaratan hizmetlerdir bunlar. O yüzden bunların ticarileştirilmesi çok ciddi riskler barındırıyor toplumsal anlamda” dedi.
Bursa Muhalif Gazetesinde yayınlanmıştır