Gelenekçi, dindar ve otoriter toplulukların çekirdek birimleri olan ailelerde büyüyen, ancak var olduğu sosyal yapının içinde kendisine dayatılan yaşam biçimlerini reddeden ve kendi kimliğini yaratmak üzere bir arayış ve mücadeleye girişen insanlar hayat hikayelerini anlatıyor.
Deniz Kaya, 26 yaşında ve üniversiteden yeni mezun olmuş bir kadın. Muhafazakâr bir anne ve babası olduğunu ancak özellikle akraba topluluklarından kopuk, çekirdek bir aile olarak bağımsız yaşadıklarını anlatıyor Deniz.
11 yaşında çevresindeki diğer kız çocuklarının başörtüsü taktığını ve buna imrenerek kendisinin de başörtülü olduğunu söylüyor. Yaşadığı mahalledeki toplumun kız çocuklarını başörtüsü takmaya yönlendirişini ise “Erkeklere kendini arzulatmaman gerek. Halbuki o yaştaki çocuk arzulatmak nedir bilmiyor, kaldı ki bilse ne olur. Kapanırsan daha iyi ve daha ahlaklı bir insan olursun, açık olursan hep belayı çekersin, yoldan çıkmış olursun şeklinde yaklaşıyorlardı” ifadeleriyle aktarıyor.
İlerleyen yıllarda başörtüsü kullanmadığını belirten Deniz, babasının dindar biri olduğunu ancak dini inancıyla çelişen eylemlerinden dolayı onu eleştirdiğini söylüyor. Annesini ise modern, bağımsız ve güçlü fakat ‘bir yere kadar söz sahibi’ biri olarak anlatıyor.
“Akraba çevremiz çok gelenekçi ve dindardı. Annem de onların etkisinde böyle olmuş aslında. Ama yine de yenilikçi tarafı hep muhafazakârlığına baskın gelirdi. Okulda farklı giyinirdim, dışarıda farklı. Bu sefer de çevremizdeki insanlar tepki gösteriyordu. ‘Niye tam anlamıyla kapanmıyorsun, boş yere okuyorsun, ne olacak ki’ diyerek. Bu doğrudan bir insanın hayatına müdahaledir. Annem onların bu tavırlarına asla izin vermezdi. Belki kendisi de bazen onlar gibi düşünürdü ama yine de kuralları onların söylemesine asla izin vermezdi.”
Büyüdüğü muhafazakâr çevrede yalnızca kadınların değil, erkeklerin de baskıya maruz kaldığını vurguluyor Deniz. Erkek kardeşiyle olan ilişkisini ve baskılar karşısındaki dayanışmalarını anlatıyor.
“Ailede ilk çocuklar genelde daha fazla baskı ile büyüyor. Ben ağabeyimin arkamdaki desteğiyle güç bularak hep daha özgür bir çocuk oldum, bana sunulan hayat tarzını reddederken onun sayesinde hep daha cesur oldum. Cesur olamadığım ve bir şeyleri gizli olarak yaşamak zorunda olduğum zamanlarda da ağabeyim durumu tolere ederdi, beni kollardı.”
Muhafazakâr bir toplulukta ‘onlar gibi’ olmayan bireysel farklılıkların dışlanma ve ayıplanma ile bastırıldığını, özgür kararlar almak isteyen kişilerin suçlu hissettirildiğini söylüyor Deniz. Bunu bir örnekle açıklıyor: “Bir gün kuzenlerim ağabeyime ‘Eşinin çalışmasına tepkin ne olur?’ gibi bir soru sormuşlardı. O da bundan mutlu olacağını, gayet sıradan bir durum olduğunu anlattı. Soruyu soran kuzenlerim inanılmaz tepki gösterdi, ‘Sen eşini başka erkeklerin gözüne sokuyorsun, iş yerinde kim bilir ona nasıl bakarlar, sen erkek değil misin, kadınını nasıl çalıştırırsın?’ şeklinde tepkiler verdiler.”
Deniz, “Bence bu insanlar kendilerini var edememişler. O yüzden de başkanlarının hayatına müdahil olarak var olmaya çalışıyorlar. Kendi hayatlarını kendileri inşa edememişler, başkalarının hayatını inşa etmeye çalışarak var olmak istiyorlar” ifadeleriyle, yaşadığı toplumun kendini sürdürme motivasyonunu aktarıyor.
31 yaşında bir mimar olan Rümeysa Yılmaz, babasının 15 yıl boyunca dini bir cemaatin müridi olduğunu ve bu durumun tüm yaşantısını etkilediğini söylüyor.
Tüm hayatı boyunca ‘sıradan ve özgür’ bir yaşam kurmak için mücadele etmiş bir kadın Rümeysa. Çocukluk, ergenlik, gençlik ve yetişkinlik dönemlerinin ağır travmalarla geçtiğinden bahsediyor.
Annesinin ve babasının seküler ailelerde yetiştiğine dikkat çekerek başlıyor ve babasının dini bir cemaate katılmasıyla birlikte ailesinde her şeyin değiştiğini söylüyor.
“Benim babam muhafazakâr bir ailede büyümedi, hatta amcam, onun çocukları mesela çok seküler bir hayat yaşar. Beş kardeşler ve onların ailesinde böyle bir muhafazakârlık yoktur. Babam 20’li yaşlarında bir cemaate katılıyor ve o günden beri bu şekilde yaşıyor. Cemaatten uzun zaman önce ayrıldı ama yaşam tarzı aynı. Hayatındaki bir kırılmadır o cemaat. Aynı şekilde annem de muhafazakâr bir ailede büyümedi. Yani ailemin bugünkü dindar, muhafazakâr hali tamamen o cemaatin etkisi.”
Çocukluğunda dini sohbetlere, zikir ibadetlerine götürüldüğünü ifade eden Rümeysa, sokakta oyun oynamasının, bisiklete binmesinin yasak olduğunu belirtiyor ve ‘görülmeyen, günlerini evde geçiren bir kız çocuğu’ olarak bu yaşam biçiminden rahatsızlığının o zamanlarda başladığını söylüyor.
12 yaşında ailesinin baskısıyla başörtüsü taktığını anlatan Rümeysa, yaşadığı bir olayı anlatıyor:
“Babamla bir gün dişçiye gittik. Başörtülüyüm. Dişçi ‘Sen kaç yaşındasın?’ diye sordu, 12 olduğunu söyledim. ‘Bu yaşta başörtüsü mü olur ya?’ dedi. O kadar utanmıştım ki, hiç unutmuyorum o konuşmayı. Daha kadın olduğunu bile keşfetmemişsin, ergenlik dönemine bile henüz girmemişsin, çocuksun. Ama sana dikte edilen bir hayat var. Saçımı neden örtmem gerektiğinin bile farkında değildim.”
Erkek kardeşini ‘isyankar’ bir çocuk olarak tarif ediyor Rümeysa. Baskının yoğun olduğu ailelerde yetişen çocukların kimi zaman ‘ben önemliyim, ben varım ve buradayım’ diye göstermek için kuralları çok daha fazla çiğnediğinden bahsediyor:
“Ağabeyimi zorla imam hatip okuluna gönderdiler. Evden kaçardı, karakoldan babam alırdı, fiziki şiddet çok gördü. En büyük çocuk olduğu için babamın baskısını daha ağır yaşıyordu. Tarkan kaseti vardı mesela, dinlemeyi severdi. O zaman da Tarkan’ın eşcinsel olduğu üzerine bir dedikodu vardı. Babam bu yüzden o Tarkan kasetini kırdı, ‘sen bunları mı dinliyorsun’ diye. 12 yaşında sigaraya başladı ağabeyim. Bu da biraz ‘ben varım’ tepkisi aslında bana göre.”
“Bu tür insanlarda sanırım duygusal manipülasyon en büyük koz” diyor Rümeysa ve ekliyor: Mesela kız kardeşim küçük yaşta lösemi oldu. O da başörtülüydü ve başörtüsü takmak istemiyordu. Hastalığı atlattı ve anne-babamı karşısına alıp konuştu. Ben böyle böyle yaşamak istiyorum diye. Ona karşı daha ılımlıydılar, çünkü hastalığından dolayı çok fazla baskı yapamıyorlardı.”
İlerleyen yıllarda bu ‘duygusal manipülasyonu’ ailesine karşı kendisinin de yapmak zorunda kaldığını söylüyor: “Tek başıma yaşıyorum, bir dönem aylarca onların yanına gitmedim. Çünkü beni olduğum gibi kabullenmiyorlardı. Ya bizim istediğimiz gibi geleceksin ya da gelmeyeceksin. Bu sefer duygusal manipülasyonu ben yaptım. Onlar beni kendilerinden mahrum bırakarak istediklerini yapmam konusunda zorluyorlardı. Ben de onları kendimden mahrum bırakarak beni kendi istediğim gibi kabul etmeleri için zorladım.”
Rümeysa, bağımsızlığını kazanabilmek için üniversitede hem okula gittiğini hem çalıştığını belirterek, bu zorlu süreçte güçsüz ve özgüvensiz hissettiğini söylüyor. Ayrıca yıllarca antidepresan kullandığını ve kısa bir dönem akıl hastanesinde psikolojik tedavi aldığını ekliyor.
Ailesinin yanında ve ailesinden uzakta ‘iki farklı hayatı’ 29 yaşına kadar sürdürdüğünü ise şöyle anlatıyor:
“Duygusal, içe dönük bir çocuktum. Ailemi kırmadan, incitmeden kendime ayrı bir hayat kurmaya çalıştım. Yani aslında hep iki farklı hayat yaşadım. Uzun bir süre başörtüsüyle eve girdim, evden çıktığımda başörtüsünü çıkardım ve kendi hayatımı yaşadım. O eve giriş biletim başörtüsüydü. Ailem de her şeyin farkındaydı ama bir gün kendi istediklerinin olacağını düşünüyorlardı. Hatta bir kadın için başörtüsü tek önemli şeymiş gibi davranıyorlardı. İster namaz kıl ister kılma, inançlı ol ya da olma, hiçbir önemi yok. Ama nasıl göründüğün çok önemli. Yani tamamen o muhafazakâr toplum karşısındaki itibarları söz konusu, ‘el alem ne der’ kaygısı.”
Çocukluğundaki baskıların travmatik etkilerinin hala sürdüğünü ve yetişkin bir kadın olarak bugünkü kararlarında hala suçluluk hissettiğini ifade eden Rümeysa, “Bugün hala askılı bir bluz, kısa bir etek giydiğimde, oje sürdüğümde veya tatile gittiğimde suç işlemiş gibi hissediyorum” diyor.
*Röportaj yapılan kişilerin isimleri ve bazı kişisel bilgileri güvenlik gerekçesiyle değiştirilmiştir.
Fadime Nisa Sayar