"Tüm dünya bir sahnedir
Yalnızca birer oyuncu olan kadınlarla erkeklerin
Sahneye girip çıktığı.
Ve tek bir insanın
Ömrü boyunca pek çok rol oynadığı."
Shakespeare - İnsanın Yedi Çağı
Nur Derya
Dünyayı tiyatro sahnesi gibi gören Shakespeare ve niceleriyle yüzyıllardır yaşamı dönüştürüyor perdelerin açılması. Kentinden köyüne her karışında farklılıkları temsil eden bu topraklarda Nilüfer Kent Tiyatrosu neredeyse bir ilke imza atıyor ve kendi toprağında yasaklanan ama halkın bağrına bastığı aydınlarına ev sahipliği yapıyor. Mezarı bile bulunmayan bu toprakların çocuğu Ermeni Hagop Baronyan’ın oyununu, yurt hasretiyle yanan Nazım’ın evinde sergiliyor. Bu coğrafyanın değerlerini perdeye yansıtan ve seyircisinden de tam destek alan Nilüfer Kent Tiyatrosu’nu Nilüfer Belediyesi Tiyatro Koordinatörü Emre Feza Soysal ile konuştuk.
Nilüfer dışında Bursa’da tiyatrosu olan herhangi bir ilçe belediyesi yok. Nilüfer’de tiyatronun kuruluş süreci nasıl oldu?
Tiyatro meselesinin altını Nilüfer Belediyesi’nde niye bu kadar kalın çizdik? Birincisi 99’dan beri belediyede kültür sanat işi yaparken tepkiyi ölçüyoruz, arz talep dengesine bakıyoruz. Ben sinema okudum ve sinemada ne yaparsanız yapın seyirci büyük bir teveccüh göstermiyor ama tiyatroda seyirci çok ilgili. Aslında biraz da bu durum Nilüfer’de yaşayanların etkisi. Tiyatroda Nilüfer’de hiçbir oyun boş kalmaz. Film festivalleri de düzenledik ama olmuyor yani. Bunun nedenini de sonra şöyle anladık, bu şehirde yaşayan entelektüel sinema izleyicisi onu evinde çok daha iyi koşullarda izliyor. Bizim kendi sinema salonumuz yok, standart bir salon hepsi. Tiyatro ile ilgili o anın gerçekliğinden mütevellit seyirci her zaman var. İşte 2007’de Nilüfer Prodüksiyon Tiyatrosu’nu kurduk, Genel Sanat Yönetmenliğini Mehmet Ergen üstlendi. Ortak projeler üretmeye başladık, her yıl bir oyun yapılıyor, kadrolu oyuncumuz yok, 30 temsil oynuyor. Bursa’da, İstanbul’da gösterimleri oluyor, hatta yurtdışına gittiği de oluyordu. İlk oyun “Pinter’ın Aldatması”ydı. İlk yetişkin oyundu.
“Reddedersek dava açar kazanırsınız”
Nilüfer’de tiyatro 2006-2007 ile başladı. Bu Prodüksiyon Tiyatrosu yıllarca devam ettikten sonra Nilüfer’de 2014 yılında yerleşik tiyatro kurma fikri gelişti. Biz bir arama toplantısı yaptık. Daha önce biz de tiyatro ile ilgili herhangi bir işte çalışmış herkesi çağırdık. Oyuncular, yazarlar, yönetmenler, Uludağ Üniversitesi’nin oyunculuk bölümünden öğrenciler, akademisyenler geldi. Bursa’da tiyatro ile uğraşan, uğraşmaya çalışan herkes geldi. İki gün boyunca nasıl bir kurum tiyatrosu olmalı sorusunun cevabını aramaya çalıştık. Şöyle bir yapıyla o toplantıdan çıktık. Bir danışma kurulu var, danışma kurulu repertuara ve rejisörlere karar veriyor. Repertuar ve rejisör belli olduktan sonra duyuru yapıyoruz, o yıl oynanacak oyunlara göre oyuncu seçmesi yapıyoruz ve oyunlar bir yıl oynuyor, ertesi yıl sistem aynı şekilde devam ediyor. Oyuncular sonraki yıl da bizimle devam etmek istiyorlarsa bir sonraki rejisörün seçmesine girmek zorundalar. Kadrolu oyuncu değil, oyuna göre oyuncu, her yıl yenileniyor. Bu şu anlama geliyor, şimdi elde 15 tane oyuncu var ve o oyunculardan birisi yapacağın oyuna uymuyorsa onun yerine başkasını alıyorsun. Bu model İngiltere’de çalışabilir ama Türkiye’de şu yüzden çalışmıyor; bir kere herkesin devletin güvencesi talebi var ve ikincisi bu kentte yaşayan oyuncular olsa belki daha kolay olurdu ama şehir dışından gelip 10 ay burada kalıp daha sonra ne yapacağını bilmemezlik ortaya çıkıyor. Bu insanlar çok büyük maaşlar da almıyor, alsalar bir sene çalışıp bir sene de iş bakayım diyebilirler. Kamu koşulları da belli, öyle de olmuyor. Üçüncü sezonun sonunda kurum tiyatrosu modeline dönmeye karar verdik. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda Ek Geçici 13. Madde’de belediye opera, bale, tiyatro ve orkestraların kendi kanunları olmadığı için ilgili kurumların yani Kültür Bakanlığı’na bağlı belediye opera, bale, tiyatro ve orkestraların kanunundan faydalanarak buradaki bütün kadroları tahsis edebilir diyor. Bu zaten çok eskiden beri var olan bir madde. 2009’da o maddenin sonu şöyle değişmiş; 2009’dan önce Maliye Bakanlığı’ndan vize almak zorunluluğu varmış, 2009’da Belediye Meclis kararıyla bu kadrolar tahsis edilebilir olarak dönüşmüş. Bunu görüp bir sınav açtık ve sınavı kazandıktan sonra belediyenin tüm yönetmelikleri İçişleri Bakanlığı’na gider, şimdi Şehircilik Bakanlığı’na bağlandı ama Sayıştay’dan görüş alınır. Bu görüş almak onay almak değildir. Harcama yapıldığı için yasal olarak bu harcamanın yapılıp yapılmayacağını ya da nasıl yapılacağını Sayıştay denetler, bize bu süreçte 18 ay cevap vermediler. İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdür Yardımcısı ile görüştüm, “Beyefendi lütfen dosyayı iade edin de biz de önümüze bakalım, olmadı reddedin dosyayı” dediğimde “Reddedersek dava açıp kazanırsınız” diye bir cevap aldım. Personel Daire Başkanlığı diye bir yer var devlette, Cumhurbaşkanı’nın kadrosunu bile orası belirler. Neyse oradan bir yazı geldi bize ve o yazı da bu kadroları tahsis edebilirsiniz diyordu. Biz hemen kadroları tahsis ettik. Şu an 13 kadrolu oyuncu, 12 de kadrolu sahne teknisyeni ve tasarım ekibi ile 5 de sette çalışan arkadaş var. Bu inanların oluşturduğu kolektif bir yapıyla yönetiliyor burası. Tüm entelektüeller kararlar genel kurulda alınıyor. Bir de genel kurulun içinden seçilen denetim kurulu var. Yönetim kurulu seçilimi dışında oylama yok ve genel kurulda tüm kararlar alınıyor. Yüzde yüz herkesin ikna olmadığı hiçbir karar onaylanmıyor. Çok zor tabi bir kararın çıkması, entelektüel bir zeminde olduğu için. Daha çok taze bir tiyatro, oyuncuların ve ekibin kadroları alması daha bir sene oldu. Bir sürü revizyon görecek bir oluşum ama Türkiye’de Nilüfer Kent Tiyatrosu nitelikli işleriyle herkesin duyduğu, ortalamanın üzerinde bir izleyiciye sahip bir tiyatro. Kuruluş maceramız budur.
Bozbey gelmiyorsa yerim orası, davetiyem yok
Peki, Nilüfer'de geçen sürede bir tiyatro izleyicisi oluştu, hatta Mart ayında gerçekleşecek festivalde bilet bulamamaktan yakınanlar oldu. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu yedinci festival, her festivalde biletler çok hızlı bitti. İlk iki festivali ben düzenledim, son üçü de ben yapıyorum, arada olmadığım bir dönem var. Nilüfer’de talep çok fazla, biliyorsunuz. Yıldırım’daki oran gibi değil ve bizim sezon biletlerinin yüzde 75’i internetten satılıyor. Bizim Nilüfer Kent Tiyatrosu olarak sürekli kullandığımız bir program bu. Biletlerin satışa açıldığı gün inanılmaz yoğunluktan dolayı yazılımda çok ciddi sorunlar oldu. Biletlerin satışa çıktığı saat 20.00’de sitede 18 bin kişinin olduğu bilgisine ulaştık, bu çok büyük bir talep.
Her festivalde Genç Eleştirmenler diye bir bölümümüz var. Yazarlık, dramatürjü bölümlerinde okuyan öğrenciler iki moderatör eşliğinde gelip oyunları izliyor, bu oyunlara dair eleştiriler yazıyorlar, onlara yer ayırıyoruz. Bunun dışında da protokol isterse diye de bir sıra kadar yer ile toplamda 15 kişilik yer ayırmış oluyoruz. Bu yıl da öyle oldu ama bugüne kadar hiç böyle bir talep oluşmadı ve sistem çöktü. İnsanlar sürekli sayfalarımıza yazıyor ve haklılar da. Bilet satın aldılar, para çekildi aslında bilet satın alamamışlar yazılımdan dolayı. Benim bir davetiyem yok mesela, hiç de olmadı ama her gittiğimde boş bulduğum yere otururdum, genelde de Başkan Bozbey gelmiyorsa onun yeri olur. (Gülüşmeler…)
Antifaşist olacaksın, ötekileştirmeyeceksin
Ama bu yıl hiç kimsenin bir davetiyesi yok, az önce arkadaşımız çağırdı, Nilüfer Kaymakamı davetiye için beşinci kez arıyor, vereceğiz. Kaymakam da almalı bence bilet de işte alamamışlar. Bizim başkan yardımcısı arkadaşlarımızdan birisi davetiye istemedi sağ olsun, bilet almak için oğlu ve eşiyle sisteme girmişler, 300 lira para kaptırmışlar bize. Aradı ertesi sabah, “Ne oluyor, niye bu kadar sorun var?” dedi. Anlattım, “Yapacak bir şey yok, bu kadar sıkışık bir durumda sizden neyin davetiyesini isteyeyim” dedi. Ofiste çalışan arkadaşlarımızı epey ağlattı herkes, çok öfkeli davranıldı. Bu kadar ilgi duyulmasından mutluyuz da Şener Şen’in oyununu izleyememek de bu kadar insanı ağlatacak kadar problem olmamalı. Şu an herkesin kredi kartına para iadesi yapılıyor. Sorunun çözümlerini arıyoruz, birinci çözüm olarak bu tür oyunları tek güne koymayacağız, iki gün koyacağız. Ama şöyle bir şey de var bu oyun Ankara’da iki gün arka arkaya oynadı ve en düşük bilet fiyatı 120 liraydı. Bizim en yüksek bilet fiyatımız 40 lira, bu aradaki farkı biz belediye olarak sübvanse ediyoruz. Nilüfer’in de bir bütçesi var, sübvanse edebileceğimiz kadarını edebiliyoruz, bilet fiyatlarını 80 – 100 lira yapmış olsak o zaman kamusal bir iş yapmış olmayacağız ki. Bütçe dahilinde o oyunu ancak bir defa koyabiliyoruz, çünkü aradaki fark her durumda belediye tarafından ödeniyor. Bunu da doğru buluyoruz zaten, belediye bu işi sübvanse etmelidir ama bütçesi dahilinde. Biz Şener Şen’in oyununu burada beş kere arka arkaya oynatsak salonun dolacağını biliyoruz ama beş temsil sübvanse edecek bir paramız yok. Zengin Mutfağı için bir temsil daha koyacaktık ama Şener Şen’in de Merinos AKKM’nin de programı uygun değildi. Genco Erkal’ın oyununu iki temsil koyduk festivale, o da bitti. Erkal’ın oyununu üç temsil de koysak yine bitecek, bu durumda sanatçının parasını kesmenin de alemi yok. Şu an halen bileti bitmeyen oyunlar da var, popüler oyunlarla ilgili bilet yokluğu problemi oldu. Aslında bakarsanız biletlerin yüzde 90’ı bitti diyebiliriz ama halen bileti bitmeyen oyunlar da var. Tiyatro izlemek değil Şener Şen’i görmekse dert bir şey diyemeyeceğim. İnsanların bu duygusunu da anlıyorum, Şen 77 yaşında halen sahneye çıkıyorsa bir daha görmek lazım. Ben hayatımda bir kez izledim Şener Şen’i ve orada oyunun niteliği değil dert, onu dünya gözüyle sahnede görmek.
Biz burada bir kamu tiyatrosuyuz. Buradaki ne yöneticinin ne tiyatrocunun ne teknik ekibin entelektüel şiddetine halkı maruz bırakmamamız gerekiyor, bunun farkındayız. Yani burası bir deneysel tiyatro olmamalı, merkezde işler yapmalı, merkezde işler yaparken de bu ülkenin vicdanını tutmalı. Evrensel kurallar geçerlidir, antifaşist olacaksın, insan haklarını temel alacaksın, kadını, Kürt’ü, Ermeni’yi ötekileştirmeyeceksin. Bu toprakların hakkını verecek bir dilde konuşmak gerekiyor ama bunu da slogan atarcasına bir yöntemle yapmayacaksın. İnsanlarla doğru ilişki kurmak adına yapmak gerekiyor. Bu tiyatro benim şahsi tiyatrom olsaydı, bu kadar parayı ben harcıyor olsaydım o zaman hiç kimseye hesap vermek zorunda değildim ama burada biz halkın parasını harcıyoruz. Halkın parasını harcarken de halk yalakalığı yapmak da sanata ahlaken aykırı düşen bir şey, birlikte ama ne söyleyeceğiniz doğru bilerek söylemek gerekiyor. Her oyunda bunu yapmak zorunda değilsin ama faşistler tarafından öldürülmüş Lorca’nın oyununu oynuyorsan orada Lorca’nın kim olduğuna dair bir fikrinin olması lazım, ayakların öyle yere basmalı, Lorca oyununda bunu söylemiyor olsa bile.
Ermenilerin Moliere’i: Osmanlı’da ise ne Ermeniler sevmiş ne Türkler
Şark Dişçisi de böyle bir oyundu. Osmanlı Ermenisi Hagop Baronyan, Türkiye’de neredeyse tanınmıyor ama Ermenilerin Moliere’i denilen bir adam. Erivan’da adına devletin tiyatro kurduğu Baronyan, komedi yazarı. Osmanlı’da Batılı anlamda ilk komedi yazan birisi, bu arada Baronyon hem Ermeni hem de Türk toplumu tarafından da sevilmeyen bir adam. Çünkü komünist ve biliyorsunuz; Osmanlı’nın ilk sosyalistleri Ermeniler. Edirne’de doğmuş, İstanbul’da ölmüş, bir sürü oyun yazmış, bu arada Tiyatro Gazetesi diye bir gazete çıkarmış biri. Gazetenin içerisinde çok ciddi siyaset de var aslında. Şark Dişçisi 1859 yılında yazılmış çok sert bir burjuva eleştirisi, Ermeni burjuvazisi eleştirisi. 1896’da ölmüş Baronyan, mezarı yok, parçalanmış ve kim tarafından parçalandığı da belli değil. Böyle bir adamın oyununu oynarken burjuva eleştirisi dışında oyunda aslında burjuva eleştirisi dışında pek bir şeyin olmadığını görürsünüz ama bize söylenen “Biz tiyatroyu Batı’dan öğrendik” lafını yalanlıyor. Yok, böyle bir şey! Bu topraklarda her zaman tiyatro yapılmış, binlerce yıldır da yapılıyor. Yerelin önemini çok ciddi kavramak gerektiği için de söylüyorum. Bugün Ermenilerle ilgili yaşanan çok ciddi siyasi sorunlar bu topraklarda yaşamış Ermenilerin bu topraklara kattıklarını yadsıyamaz, o siyasi bir zeminde tartışılacaktır. Ermeni yazar bu ülkede yaşamış, bu ülkede ölmüş, bize dokunan bir şey yapmışsa o yazarın oyunu oynanabilir. İlginç bir şekilde İstanbul Şehir Tiyatrosu sergiledi oyunu 2011’de, sonra biz sergiledik Nilüfer’de ve Ermenistan’a turneye gittik. Bizim için çok önemli yazarlar vardır ya Ermenistan için de Shakespeare, Moliere neyse Baronyan’da öyle. Şark Dişçisi’nin bizdeki yorumuna Fransa’da yaşayan Ermeni yönetmen “Hiç buradan almamıştık, bizim refleksimiz yok Baronyan ile ilgili” dedi. Engin Alkan’ın finalde “Ben Ermeniyim” diye başlayan tiradında Ermenistan’daki bütün seyirciler ayağa kalkıp alkışladılar. Ermenistan’da bir kişiden bile negatif bir şey görmedik. Tarihimizi unutmayacağız ama siz Hrant’ın cenazesinde “Hepimiz Ermeniyiz” diyenlerdensiniz diyerek geldiler bize. Bu arada şunu da söyleyeyim; Ermenistan diye bir devlet yok tarihte. Orası Ermenistan değil, Erivan’ın 1900’lü yılların başındaki nüfusunun yarısı Ermeni, kalanları Kürt, Azeri, Türk, Rus. 2015’ten sonra Ermenistan kuruluyor, şu anda yaşayan 3 milyon kişinin yüzde 90’ı Anadolu Ermenisi. Biri Erzurumluyum diyor, diğeri Bursalıyım diyor. Bursa’da Ermeni Mahallesi olarak bilinir Setbaşı – İpekçilik, ben orada büyüdüm ve oradaki konaklar meğerse Ermeni konaklarıymış. Bunu ah vah ederek değil, bizim yaşadığımız toprağın kültürüdür diyerek sahiplenmek gerekir diye düşünüyorum. “O suçluydu, bu suçluydu” demek yerine biz bunu nasıl büyütürüz demek gerekiyor.
Nilüfer’de Bozbey’in 99 yılından bu yana yanında olan ve tiyatro kültürünün yerleşmesinde önemli biri olan siz bundan sonraki süreçte bu çalışmaların nasıl gideceğini düşünüyorsunuz?
Önümüzde başka bir süreç var, Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu. 95’te Feyha Çelenk tarafından Kültür Sanat Vakfı ile kurulmuş, sonra Büyükşehir Belediyesi’ne geçmiş bir tiyatro. Onun da entelektüel düzeyi yüksek, demokratik yöntemlerle yönetilerek, bütün Bursa’ya hizmet edebilecek hale gelmesi lazım. Bütün Bursa’ya hizmet etmek demek sanatı, oyunu bir araç olarak görmek değil, kentin kültürüne nasıl katkı koyarsınız buna cevap vermek gerekir. Çok önemli bir proje yapıyorlar, yıllardır köylerde yaz aylarında oyun sergiliyorlar ama bunun o halkı nasıl dönüştürdüğüne dair ellerinde bir veri yok. Bu veri kentle paylaşılmak zorunda olunan bir veri. Ayrıca bu çalışmayla kentte artı değer yaratılıyor mu ona bakmak lazım. Bursa’nın her yeri tiyatro sahnesi olabilecek nitelikte. Salonlardan çok çarşıları, hanları, hamamları, her köşesi bir sahne niteliği taşıyor. 1 Nisan’dan sonra bakacağız bunların hepsine.