Türkiye hem 2023 ile hem de siyasilerin yenilik mesajlı seçim çağrılarıyla yeni bir yıla ‘merhaba’ dese de geçmişini de peşinden getiriyor. 2022’yi kapatırken öldürülen ülkücü Sinan Ateş’in gölgesinde MHP’nin sessizliği, giderek küçülen MHP’de istifaları da beraberinde getirdi. Erdoğan’ın Demokrat Parti’nin zaferle sandıktan çıktığı 14 Mayıs’ı seçim tarihi olarak açıklamasının ardından, CHP Genel Merkezi “Yeter! Söz Milletin” dedi. CHP’yi sandığa gömen seçimlerin kazananı olan DP’nin sloganının CHP tarafından sahiplenilmesi ise eleştirilerin odağı oldu. Tüm bunlar yaşanırken, basına yönelik ‘sansür yasası’ 2022’de kabul edildi.
Türkiye siyasetinde yaşanan gelişmelere dair Siyaset Bilimci, Akademisyen Fatih Yaşlı, BursaMuhalif Gazetesi’nin sorularını yanıtladı. Yaşlı, Türkiye’de basının durumunu, seçim tarihi ve Sinan Ateş cinayetinin MHP’nin oyları üzerindeki etkisini gazetemiz okurları için değerlendirdi.
Devlet aygıtlarının faşizm dönemlerinde basına yönelik tutumunu, bugünün Türkiye’sinde ele alırsak nasıl bir tablo çizebiliriz?
Bugün Türkiye’de kavramın siyaset bilimindeki anlamıyla “faşist” bir rejim yok ama baskıcı, otoriter bir rejimle karşı karşıya olduğumuz açık. Parti ile devletin büyük ölçüde bütünleştiği, en tepede tek bir adamın yer aldığı, kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığı bir tablo bu ama yine de rejim örneğin parlamentoyu kapatmaya ya da muhalefet partilerini tümden yasaklamaya vs.ye kalkışamıyor, çünkü güç dengeleri her şeye rağmen buna izin vermiyor. Zaten dünyada sağ popülist rejimler de böyle işliyor ve AKP de bunun dışında değil.
Basına gelince, iktidar partisinin iki boyutlu bir süreç izlediğini söyleyebiliriz. Bir yandan muhalif basın organları üzerinde ciddi bir baskı var. Yani gazetecilere yönelik davalardan tutun da Basın İlan Kurumu’nun tavrına uzanan bir genişlikte muhalif basın susturulmak isteniyor. Öte yandan ise AKP döneminde medya alanındaki mülkiyet ilişkilerinin değiştiğini görüyoruz. AKP, “ana akım medya”yı el değiştirmeler aracılığıyla ortadan kaldırdı ve kendi “havuz medya”sına dahil etti. Özellikle Doğan Medya grubunun el değiştirmesi ve Demirörenler’e verilmesi bunun en aleni örneğidir. Buradaki temel meselelerden biri ise rejimin bu tür el değiştirmeler aracılığıyla kendi medyasını yaratırken kamu kaynaklarını kullanmasıdır. Yani bu satın almalar kamu bankalarından verilen kredilerle gerçekleşmektedir. Bunun karşılığında satın alınan gazeteler ya da televizyonlar mutlak anlamda iktidarın kontrolüne geçmektedir. Yani rejimin propaganda aygıtı bizzat halkın paralarıyla finanse edilmektedir ve asıl sorgulanması gereken de budur.
Erdoğan’ın seçim tarihi olarak belirlediği 14 Mayıs’ın Türkiye tarihinde önemli bir yeri var. Bu tarihin hem Türkiye hem de Erdoğan için önemini nasıl değerlendirebiliriz?
14 Mayıs Türkiye’de sağ siyaset için son derece sembolik bir gündür; çünkü o gün 27 yıllık CHP iktidarının sonuna gelinmiştir. Sağ siyaset bunu “demokrasinin miladı” olarak görür ama aslında ortaya çıkan tablo gericiliğin iş başına gelmesidir. Bir yandan ABD’ye yanaşma, NATO üyeliği, öte yandan tarikatların, cemaatlerin önünün açılması, dinselleşmenin hız kazanması Menderes dönemine denk gelir. Dahası Menderes 1957’den itibaren giderek despotik bir rejim kurmuştur. Basına ağır bir sansür getirmiştir, seçim ittifaklarını engellemek için yasal düzenlemeler yapmıştır, kendisine oy vermeyen toplum kesimlerini cezalandırmaya kalkmıştır, Vatan Cephesi adı altında halkı düşman kamplara bölmek istemiştir, Tahkikat Komisyonları aracılığıyla iktidar partisi milletvekillerine muhalefet partisi milletvekillerini yargılama ve cezalandırma yetkisi vermiştir.
Seçimin 14 Mayıs’ta yapılacak olması AKP açısından Cumhuriyet’le hesaplaşmanın sembolü olarak görülmektedir ama 20 yıldır ülkeyi yöneten bir partinin hala “Yeter! Söz Milletindir” diyebilmesi trajikomiktir ve büyük bir siyasal iletişim hatasıdır. Öte yandan başta CHP olmak üzere muhalefetin Demokrat Parti’nin seçim sloganı olan “Yeter! Söz Milletindir”i bu kadar kolaylıkla sahiplenmesi de ciddi bir hatadır. Çünkü 14 Mayıs 1950’deki seçimlerin kaybedeni CHP, kazananı ise AKP’nin mirasçılığını üstlendiği DP’dir. Dahası, bugünkü AKP, 1950’nin tek partisine değil 1957 sonrasının DP’sine benzemektedir. Yani iktidarı barışçıl bir şekilde vermeye hazır bir İnönü değil, iktidarı vermemek için her şeyi yapabilecek olan bir Menderes’tir bugün Erdoğan. Bu nedenle de hem taktik hem de strateji 14 Mayıs 1950’nin üzerine kurulamaz, böyle olursa iktidarın atacağı hamlelere sahici yanıtlar vermek güçleşecektir ve iktidar buradan kendisine avantaj sağlayacaktır. Önemli olan iktidarın ülkeyi “serbest” olmayan bir seçime götüreceğini görmek ve buna uygun adımlar atmaktır.
Ve son olarak Sinan Ateş cinayeti ile ilgili her gün basında yeni bir başlık gündeme geliyor. Seçim sürecine girilmişken, MHP’de istifaları artıran bu süreç nasıl bir sonuç yaratır? Cinayetin sonuçları hesaplanmamış olarak değerlendirilebilir mi?
Cinayetin MHP içerisindeki etkisinin günbegün arttığı belli. Özellikle gazetecilerin bu işin peşini bırakmaması sayesinde ciddi bir kamuoyu oluştu. Ateş’in ailesi de ilk başta devletçi bir refleksle meselenin siyasileştirilmemesini ve susulmasını talep ederken şimdilerde farklı bir tutum almaya ve konuşmaya başladı, bu da beraberinde sözünü ettiğim etki artışını getirdi. Anlaşılan MHP’de ciddi bir istifa dalgası var ve cinayet aynı zamanda seçmen davranışı üzerinde de etkisini gösterecek ve MHP’den İYİP’e bir oy kayması yaşanacak. Öte yandan ülkücüler açısından bu cinayetin yarattığı travma MHP’nin şiddetle ilişkisine dair öz eleştirel bir bakış açısını beraberinde getirmedi, yani hareketin daha önce hasımlarına, rakiplerine yönelik olarak izlediği şiddet siyaseti sorgulanmadı. Mesele “ülkücü ülkücüyü öldürür mü”den ibaret görüldü. Verilen tepkinin büyüklüğü de bununla ilgili zaten; öldürülen kişi hareketin içinden değil dışından olsaydı, biz bugünkü tepkileri göremeyecektik. Öte yandan cinayeti işleyenler cinayetin üzerinin çabukça örtüleceğini ve tabanda herhangi bir etki yaratmayacağını düşünmüş gibi görünüyorlar ama öyle olmadığı ortada. Soruşturma belki siyasi azmettiricilere uzanmayacak ama tablo da açık. Dolayısıyla evet, çok net bir şekilde hesap hatası var ortada.
Nur Derya